Yalan dünyalar lunaparkında

Yeni tanıştığınız birine kendinizi, "ben dürüst ve prensip sahibi bir insanım" diyebilir misiniz; artık deniliyor ve tabii karşılanıyor! İletişim dünyasında bir şeyin aslı ile medyalardaki hali arasında sadakat aranmaması asıldır; öyle olmasa ne çok insan işsiz, nice kuruluşlar fonksiyonsuz kalırdı.

Yeni tanıdığınız biriyle on dakika insani temas kursanız, kişinin ne idüğü hakkında esaslı bir fikriniz olur; aynı zamanda siz de muhatabınıza ne idüğünüz hakkında mühim ipuçları verirsiniz. Aracı medyalar, tabiatları muktezasınca tabiiliği bozuyor ve araya imaj maskeleri yerleştiriyor. Böylece muhtelif medyaları kontrol etmek ve yönlendirmek suretiyle sahici gibi görünen dünyalar kurmak ve o dünyalarda yaşamak mümkün hale geliyor; peki, nereye kadar?

Kitle adamının sahicilikle temas şansı neredeyse yok gibidir; günün birinde kendine mahsus özel dikkatler ve gayretler geliştirme lüzumunu hissetmedikçe o, zaten yalan dünyanın içindeki başka yalan dünyalarda yaşamaya devam edip gidecektir; orada mutlu olacak, mutsuzluğunu fark edecek, kanaatler edinecek ve bir şeyler uğruna mücadelesini sürdürecektir. Tasavvuftaki "ölmeden önce öl" emri, yaşadığımız dünyanın sahici olmadığını anlamayı ihtar eder; öyleyse kitle adamının ölmeden önce en az iki kere ölmesi lazım.

Çok şeyden haberdar olmak modern bir nimet gibi geliyor bize; kim aksini savunabilir ki? Bir çiğnem sakızın bile bahasıyla satıldığı bu âlemde, bunca "haber"in ölmüş eşek fiatına, neredeyse bedavaya servis edilmesinin hikmeti nedir? Karşılığında kanaatlerinizi (rûhunuzu) verirseniz, bu alışverişin size hiç de bedavaya gelmediğini görürsünüz. O yalan dünyaların direklerini berkiten, temelini varmış gibi gösteren şey bizim kanaatlerimiz. Ve her yalan dünyanın bir tanrısı, bir müjdecisi, cenneti, cehennemi, ahlâkı ve mukaddesleri var. Bu hay huy içinde sahiciyi, sahtesinden nasıl ayırd edeceğiz? Yaradan'ın birliğini fark ve tasdik etmek meselesi, Beni İsrail nebîlerinin art arda geldiği demlerin Filistini'nde, Cahiliye devrinin Hicaz'ında bile şimdiki zamandan çok daha kolaydı. Çok sonraları fark edilir ki Tevhid, basit bir "birleme" ameliyesi değil, "hakikat karşısında son derece uyanık ve enerjik bir duruş biçimidir; öyle ki, ne Müslüman Tevhid formülasyonunu kabul ettiği için kurtulmuş, ne de Nasranî, zâhirde "teslis"e ittibâ ettiği için mahvolup gitmiştir; tam tersine hakikat karşısında tavır almak "anlık" meselelerdir; "enstantane" vaziyetlerdir; bir anda bütün akîdelerinizi beşlik simit gibi harcayabilir, bir başka anda hakikatle temasa gelerek ürperebilirsiniz. Değerli olan, "an"ları tesbih tanesi gibi ucuca bağlayarak "çene kapayana" kadar sürdürmek.

O cahil ve ümmi zannettiğimiz ninelerimizin "son nefeste iman" temennisi, katıksız ve sürekli bir şuur halinin tasviridir esasında; hakikatle kesinti kabul etmeyen devamlı temas hali. Mefhumun muhalifi şudur ki, şuurumuz, lunaparktaki çocuğun her an başka şeye takılıveren dikkati gibi oynak ve akışkan. İbadetin sürekliliği, dikkatin sürekliliği anlamında okunmalı; "Birleme", hakikatle yeniden temas vesilesi teşkil ettiği için değerli ve lüzumlu.

Eski zaman insanları için bir tane yalan dünya vardı ve onun için şanslıydılar; biz ise yalan dünyalar lunaparkında yaşıyoruz; rengarenk ışıklar, boyalı yüzler, maskeli gülüşler, plastik nefretler, gofretten dostluklar, fırfırlı ilişkiler...

Şeyh Galib ne demişti: "Mestâne nukûş-ı suver âleme bakdık / Her birini bir özge temâşa ile geçdik". Bugünün en çetin meselesi, yalan dünyalara "bir özge temâşa" ile bakıp geçmek görevidir.


Kaynak (Arşiv)