Ya leyteni kuntü turâbâ!
İslâm folklorunda şöyle bir inanç vardır: Allah, kara bir gecede kara bir taşın altındaki kara karıncanın yaptığından bile haberdardır; biliriz ki yapıp ettiğimiz her şey kayıt altındadır.
Kaf Suresi’nde tasvir edilen "Kirâmen Kâtibîn melekleri" mutlak bir kesinlik ve şaşmazlıkla eylemlerimizi, sual gününde hesabı sorulmak üzere kaydediyor.
Ve illâ ki hakikatlerin günün birinde mutlaka ortaya çıkmak gibi bir tabiatı vardır.
Son derece ilginç ve zor zamanlardan geçiyoruz. Altı ayı aşkın bir zamandan beri hükûmet, devletin, kamu bürokrasisinin ve havuz medyası diye tabir edilen yayın kuruluşlarının vasıtasıyla Hizmet Hareketi’ni, bütün olumsuzluklardan sorumlu bir şer odağı olarak itham ediyor, karalıyor, itibarsızlaştırmaya ve yok etmeye çalışıyor.
Meselenin herkesi ilgilendirmesi gereken tarafı, bu lanetleme kampanyasına devlet güçlerinin âlet edilmesidir. Devlet, vatandaşları karşısında eşit uzaklıkta ve tarafsız davranmak zorundadır. Halbuki Hizmet Hareketi’nin taraftarları, haklarında kesinleşmiş ve son derece açık yargı kararı varmış gibi baskı altına alınıyor, memurlar sürgüne uğruyor. İşadamları, iş imkânlarının daraltılması tehdidi altında menfi tavır takınmaya zorlanıyor.
"Bunlara su bile yok" cümlesinin bütün gerekleri birer birer yerine getiriliyor. Kanuni izinle başlamış inşaatlar durduruluyor, yatırımlar battal hale getiriliyor. "Selam bile vermeyin, alışveriş etmeyin, ilginizi kesin" talimatı gereğince insanlar, sanki salgın ve ölümcül bir hastalığın yayıcısı imiş gibi nâhak yere töhmet altında bırakılıyor. Sadece hükûmetin kontrolündeki belediye yönetimleri değil, herkese eşit derecede hizmet vermek durumundaki kamu kuruluşları da hukuksuzluk imâsıyla taraf olmaya zorlanıyor.
Artık bir hukuk devletinden söz edilemez; bir "cadı avı" yapılıyor ve Başbakan, herkese ama herkese, Hizmet Hareketi karşısında düşmanca tutum takınmaları için aleni baskıda bulunmakta.
Onca hazırlık, gayret ve didinmeye rağmen Hizmet Hareketi aleyhinde inanılmaz bir rahatlıkla saçıp savrulan suç isnadlarının biri bile yargı kararına bağlanabilmiş değil. Bu ibretlik cadı avını düzenleyenlerin hukuku yargıyı beklemeye tahammülleri yok. Her şeyi bir algı operasyonu ile değiştirip fiilî durum haline getirmek niyetindeler.
Ama Kirâmen Kâtibîn melekleri yazıyor; beşerî düzlemde ise söylenen her söz, verilen her demeç, yapılan her eylem bir şekilde basına aksedip tarih kaydı haline geliyor.
Bugün sadece Hizmet Hareketi mensupları değil, hakikate saygılı her vicdan sahibi de ağır bir sorumluluk altında. Bu insanlardan yıllardan beri en ufak bir kötülük görmediğini söyleyebilecek insanlar bile, ağır baskı altında susmaya, en azından başlarını öte tarafa çevirmeye zorlanıyorlar.
Vicdanlar rehin altındadır; insanlar samimi kanaatlerini açıklamaya korkuyorlar; konuşmaya cesaret edebilen az sayıdaki insan dışında cereyan eden adaletsizliği fark eden mühim çoğunluk, sansürlerin en kötüsü, en onursuzu altında etkisizleştiriliyor.
Hizmet Hareketi’ne yönelik algı operasyonu tamamlanıp "inlerine kadar girildikten" ve hareket tamamen kriminalize edildikten sonra şundan emin olunmalıdır; o dakikadan sonra insanlar, bu defa birbirlerinden utandıkları için yine suskun kalacak ve keyfiliğe direnç gösterebilen hiçbir savunma mevzii kalmayacaktır.
Hizmet Hareketi ebedî değildir; ebedî olan Allah’ın hükmüdür ve mutlaka galebe eder. Mü’minler dünyevî iktidar için değil nihai tahlilde Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için amel ederler; hulûs-i kalb ile inanıp çalışanlar için geçici hüzün belki, fakat mağlubiyet asla yok.
Yarın gerçekler ortaya çıkıp, herkesin saçı önüne döküldüğünde bugünün lânetlenenleri büyük bir zafer kazanmış olmayacaklar lakin gerçekleri bile bile çarpıtanlar ile sistematik yalanlardan ürküp sessiz kalan ve başlarını görmemek ve duymamak için öte tarafa çevirenlerin hâli çok ibret verici olacak. Bazı insanlar, önlerine kendi elleriyle kaleme aldıkları yığınla hakaret, kışkırtma ve iftira belgesi konulduğunda, hiç şüphesiz, "Keşke dün daha insaf ehli olsaydık; keşke haksızlık karşısında bu derece manidar bir suskunluğu tercih etmeseydik" diyecekler.
Samimiyetle dilerim ki, bugünün müfteri ve sukunları Nebe’ Sûresi’nin 40. ayetinde ihtar edilen o müthiş âkıbetten uzak olsunlar:
"Ah, n’olaydı, keşke ben bir toprak oluverseydim!"