(Y), (P) ve (S)'nin hikayesi(*)

Bir meslek lisesinin 100 kişilik kontenjanına sadece üç talebe müracaat etmiş; meslek liselerinin rağbeti yok artık. Genel rakamı elbette bu işlerin "bakan"ı bizden iyi bilir.

İletişim, sağlık, ticaret, endüstri konusunda ortaöğretim veren liseler canlı cenaze halinde; imam hatip liselerinde hiç değilse bir sınıf doldurabilmek için köylerden öğrenci toplandığını duydum; tam pansiyon vaadi ile ancak doldurulabilen bir tek sınıf. Buna mukabil bir başka düz ortaöğretim kurumunda "iyi" öğrencilerin toplandığı bir sınıfa evladını kaydettirmek için 500 milyon "bağış" vermekten çekinmeyen veliler de var.

Bağlantı kurmakta zorluk çekenler için kısa bir izah: Üretimin zaten köküne kadar frenlediği iktisadi tablo içinde bir de meslek liselerinin rağbeti azaltılıyor; buna mukabil, milyonlarca genç üniversiteye giriş eğitimi vermekten başka çıkış kapısı olmayan düz liselere yöneltiliyor. Öyle bir berzah ki, üniversiteyi kazanamayanların hali acıklı, kazananları ise bir başka dram bekliyor. Defalarca belirtildi; bu ülkede üniversiteler son derece sert bir tarzda iki grupta toplanmış durumda: Birkaç üniversite ve "diğerleri". Şubat krizi, o birkaç "üniversite"den mezun gençleri bile iş ve gelir kaybı buhranına soktu; "diğerleri"nden mezun olanların ahvalini gayri siz tahmin ediniz. Tebrikler! Geleceği tasarlamak dediğiniz böyle olur; bir zanlı hakkında peşin yargıda bulunmak istemem ama geleceğin (Y)lerini işte böyle yetiştiriyoruz. Bir kere daha tebrik!

(Y) vak'asının şüphesiz ferdî ve marazî bir boyutu var; o ferdî boyutu ihmâl etmeden vaziyeti bir kere daha tespit edelim: Sokaklarımızda, aynı marazî hâlete kapılmak noktasında bıçak sırtında yürüyen on binlerce (Y) dolaşıyor; geleceklerini göremeyen, nitelik kazandırılamamış, üretim süreçlerinden koparılmış, meslekî kimlik edinememiş, özgüvenini inşâ noktasında kimseden yardım görmemiş, herhangi bir dünya görüşünden mahrum on binlerce genç insan. Teşhis etmek için özel gayrete gerek yok zaten onların arasında yaşıyoruz. O efsânevi aile değerlerimiz ve dayanışmamız olmasa büyük şehir caddelerinin kısa zamanda bir Harlem'e veya Bronx'a dönüşüvermesi işten bile değil.

Bu, meselenin "masculin" (erkeklere dair) ciheti; bir de "feminen" yanı var manzaranın: Plağın öbür yüzünde kaderi bir yerde (Y) ile kesişen (P)ların, (S)ların fecî hikâyesi; ayrıntıları —gereğinden fazlasıyla— biliyorsunuz. 18—20 yaşlarındaki genç kızların aileden koparak fuhşa sürüklenmesinden de başta devlet olmak üzere hepimiz derece derece sorumluyuz. "Mezarlıkta fuhuş" olgusu herkesi şaşkına uğrattı ama aynı eylem bir başka mahalde cereyan etseydi sanki bu derece irkilmeyecektik gibi bir manzara hâsıl oldu. O talihsizlerin hikayesini, her birini kendi evladımız gibi dinlemeyi deneyelim, bakalım canda tâkât kalacak mıdır?

Televizyon reklâmlarında genç kızlara yönelik gizli ve imâlı mesajların farkına varan bir denetim mekanizması var mı bu memlekette? Listesi ve tahlili uzun bir makale, belki bir kitap olur. Reklâm sektörü, "medya" ile kol kola girerek genç kızlar ve kadınsılık fikrine yaslanan vahşi bir sömürü mekanizmasını işleterek servet kazanıyor. El kadar sabî sıbyan, daha büluğa bile varmadan cinsî nitelikleri ile bir adım öne çıkmaya teşvik ediliyor. Manken ve güzellik yarışmalarının sözünü bile etmiyorum; toplu halde intihara karar vermiş toplumların haricinde hiçbir yerde bu kadar açık bir sömürü mekanizması işletilemez. Ve trajik bir mantık suali; (P) ile, üç kişilik "özel defile" seansına çıkmakta meslekî bir mahzur görmeyen ünlü mankenler arasında ne fark var? Şans mı, güzellik mi, ne? Söz gelişi (S), bir güzellik yarışmasında derece kazanmış olsaydı, yolu yine de sık sık mezarlıktan geçer miydi? Niçin binlerce genç kızımızı daha hayatlarının baharında kariyerlerini, güzellikleri ve vücutları üzerinden kurmaya teşvik eden bu iğrençlikleri görmezden geliyoruz?

Güzelsen ve şanslıysan para, ün, statü; değilsen kaldırımlar ve mezarlıklar!

Fuhuş maalesef her toplumda görülen bir vâkıâ ama bizdeki kadar alenî takdir ve teşvik görmesi tek kelimeyle ürpertici; televizyonlardaki "magazin" yapımcıları eserleri ile iftihar edebilirler; bu tip programları, "benim kızım, oğlum böyle yapmaz" körlüğü ile ayıla bayıla seyreden o saygıdeğer seyirci kitlesi de!

Bu pis kokuya hangi deodorant iyi gelir, bilen var mı?

(*)Başlıktaki üç harf kısaltması, Garih cinayetinin maznun ve şahitlerini temsil etmektedir.


Kaynak (Arşiv)