Vurun arkadaşlar namus günüdür!

Bir bardak suda nasıl fırtına koparılabileceğine dair bıkkınlık verici bir örnekle karşı karşıyayız: Meslek lisesi mezunlarının üniversiteye hangi katsayıyla girebileceğini düzenleyen kanun tasarısı ülkeyi gerdi ve nice zamandır kararında seyreden siyasi tansiyon fırlayıverdi. Dışardan seyreden birisi, "Bu Türkler eğitime çok önem veriyorlar; küçük bir katsayı meselesi yüzünden ülke birbirine girdi" diye düşünmezse şaşarım.

"Kavgada yumruk sayılmaz" düşüncesiyle doğruyu yanlıştan tefrik hassasiyetine dikkat etmezsek zihin selâmetimizi koruyamayız; eyvallah, fakat doğru"yanlış teselsülünün zinciri "fî tarih"e kadar geriye gidiyorsa iş zor. Kamuoyu ise hep anlık fotoğraflarla ilgilenir. Politikacı da öyle davranıyor, güyâ bilim adamları da. Meselâ ana muhalefet partisi lideri, "kimin hangi puanla hangi fakülteye gireceği sana mı kaldı ey eğitim bakanı" derken, zihninde az önce çektiği fotoğrafa bakarak konuşuyor. Bir bilim adamı da fırsat bu fırsattır kavliyle "üniversitelerimizin mali özerkliği yoktur" diye yakınırken ne "mâli" ne de "özerklik" kavramlarının anlamından habersiz gibi konuşuyor. Herkes yumruğunu sıkmış birbirine can acıtı bir darbe indirebilmek hırsıyla meşgul. Bu kargaşadan en çok hükümetin sahip olduğu ezici seçmen desteğinden muzdarip "atanmışlar" kadrosunun istifadeli çıkacağı açık. Hükümet kendi kavlince doğruyu aramaya çalışıyor, hatâ da yapıyor ama atanmışların doğruyu aramak gibi bir çabası yok; onların dogmaları var ve dogmadan âyetler sıralayarak savaş parolası haykırıyorlar. Ürkütücü bir tablo. Türkiye, böyle kör dövüşlerinden hiçbir zaman kârla çıkmadı. Kimse şüphe etmemelidir ki bu patırtı yatıştığında kazanan ne meslek liseliler, ne hükümet, ne de YÖK yârânı ve kargaşadan puan çıkarmaya kalkışan muhalefet olacak. Hiçbir kavga barışı getirmez; müzâkere getirir. Biz müzâkereyi bilmiyoruz, kavga ediyoruz; her kavga bir sonrakinin tetikleyicisi.

"Ara doğrular"ı telâffuz etmek yetmez; "sırat"ı müstakim" üzre olmak lâzım, yani ilk düğmeden başlayarak bütün düğmeleri doğru iliklemek. Herkesin kendince bir "ara doğru"su var ve herkes bu ara doğrulara dikkat çekerek haklılık isbatı gayretinde. Ara sıra "etik davranmak" filan gibi lâflar yükseliyor; ne etiği? Ahlâkın ilk şartı camide hocaların çokça tekrarladığı bir dua"düsturdadır: "Hakk'ı hak bilip Hakk'a ittibâ, bâtılı bâtıl bilip bâtıldan içtinâb" Tercümeye ihtiyacı yok ama lügatsiz yaşamaya alıştırılmış okuyucu için bu düstûru günün mânâ ve ehemmiyetine hitab eder hâle getirelim: Ahlâkın ilk şartı doğruyu doğru olarak tanıyıp ona teslim olmak, yanlışı ise yanlış diye bilip ondan kaçınmaktır. Bu arada İslâmî râyhalar neşrettiği için ahlâk yerine "etik" deyip duranlara da hatırlatalım ki etik sözü, şu bizim bildiğimiz ahlâkı karşılamaz. Açın sözlüğü bakın, "ahlâk felsefesi"dir etik. Lâf felsefeye dayanınca söylemek kaçınılmaz oluyor; biz bugün cümlemiz felsefî mânâda omurgasız kişileriz, felsefe hakkında bütün bildiğimiz gençlerin aklını karıştırıp zihnini bozan tehlikeli fikirlerden ibarettir ve öyle "felsefesiz" kalmışızdır ki, çoğu hocaları da dahil, dört yıl bu disipline emek verip felsefe mezunu olanlar bile, aslında hangi zihni donanıma sahip olduklarını bilemezler. Adam kendini Aydınlanmacı zanneder ama hakikatte bir numaralı Obskürantisttir, bilemez. "Ben Hümanistim" diyenlere sorunuz bakalım, nasıl târif ediyor Hümanizm'i; en azından Cemil Meriç merhumun Kırkanbar'ındaki o muhteşem "Çağın Dini: Hümanizm" makalesini okumuş mudur? Buz gibi Scientist'tir meselâ, marazının adını duymamıştır. Ateist'imiz bile geçmişlerinin ruhuna Fâtiha okumadığı gün içini rahat hissetmeyen bir "araf" sâkini..

Dövüşmek için öyle felsefeye filan ihtiyaç yok tabii; vurun arkadaşlar nâmus günüdür!


Kaynak (Arşiv)