Vesikayı tersinden okuyunca!

Zaman'ın manşeti, gerçeği tam on ikiden vurdu: "Suç var suçlu yok." Meğer depremden sonra açılan davalarda hiçbir mühendis, müeahhit ve mahalli idareci hüküm giymemiş.

Mizah kaldıracak hâliniz varsa bu cümleyi şöyle tercüme etmek de mümkündür: Türkiye'de depremden sonra binalarda meydana gelen fiziki hasarın sorumlusu mühendisler, müeahhitler vesaire değildir. Haydi biraz daha mizah yapalım; öyleyse dünyanın en kaliteli mühendisleri, müteahhitleri ve mahalli idarecileri Türkiye'de bulunuyor!

Espri yapıyorum, niçin gülümsemiyorsunuz; hatta espriden de öte taş gibi bir gerçekle karşı karşıyayız: Tarihte "vesikaları tersinden okumak" diye bir kavram vardır; buna göre Türk mühendisleri, müteahhitleri ve mahalli yöneticilerinin kalitesi, Türk mahkemeleri tarafından tescil edilmiş bulunuyor. Hukuk devletinde mahkeme kararı son ve en itibarlı sözü temsil ediyorsa bu böyle. E, Türkiye koca bir hukuk devleti olduğuna göre mühendislik, şehircilik, depreme dayanıklı bina teknolojisinde dünyanın en iyisi olduğumuzu tartışmaya gerek yoktur. Aksi olsaydı bir tane olsun aleyhte mahkeme kararı olurdu.

Benim asıl hayran olduğum husus, bugüne kadar mesleki kariyerlerinden ziyade Türkiye'yi kurtarmak veya demokratikleştirmek uğruna sarf-ı mesai eden mühendis meslek kuruluşlarının göz kamaştıran başarısıdır. Marmara Bölgesi'nin alt üst olduğu bir depremden sonra, bir tane olsun teknik adamın hüküm giymemesi bu büyük muvaffakiyeti sarsılmaz bir şekilde tescil etmiştir. İnsan bu noktada ister istemez hayıflanıyor; keşke mesailerinin tamamını, memleket kurtarmak yerine mesleki kariyer kalitesini yükseltmeye yoğunlaştırmış olsalardı kimbilir ne muazzam harikalarla karşılaşacaktık! "Vesikayı tersinden okumak" yoluyla bu defa mühendislerin memleketin kurtarılmasında ve demokratikleşmesinde niçin aynı derece muazzam bir başarı elde edemediğini didiklemenin âlemi yoktur; Bunlar topoğrafya, inşaat, statik ve betonarmeye ilişkin teknik işler olup üzerinde fikir yürütmemiz caiz olmaz!

Gelelim Veli Göçer'e; depremden sonra mahkeme kararıyla tutuklanan tek müteahhit bu zat imiş ve davaları da halen devam ediyormuş. Büyüklerimiz bize "Devam eden davalar hakkında fikir yürütmek usul hukukuna göre suçtur." diye sıkı sıkı tembih ettikleri için lehte aleyhte bir şey söylemek durumunda değiliz; yine vesikayı tersinden okumak usulüyle vardığımız sonuç sözü edilen kişinin 17 Ağustos depreminin tek "zanlısı" olduğunu ortaya koyuyor.

İnsan, bu gibi vakıalar karşısında Türkiye'de bir hukuk devleti yönetimi olduğundan ötürü iftihar ediyor; düşünün, ya aksi olsaydı ne yapacaktık? Kimbilir gerçekler nasıl örtbas edilecek ve asla gün ışığına çıkamayacaktı? Tasavvuru bile insanın kanını ürpertiyor!

Hâlâ anlamıyorsunuz değil mi; herhalde şöyle basit ve düz bir mantık kurgusu izliyorsunuz: Bina depremde yıkılıyor ve içinde insanlar ölüyor. Bu bina ruhsatlı olduğuna göre en az bir teknik adam tarafından kontrol edilip imar standartlarına uygun olduğu onaylanmıştır. Bu durumda binanın sağlam ve oturulabilir olduğuna karar veren teknik eleman suçludur!

Cık cık cık!...

Siz öyle zannetmeye devam ediniz. Bu mantığın ne kadar kof ve çürük olduğu içtihat ile sabittir. Türkiye'de binaların teknik açıdan kontrolü, binaların sağlamlığını denetlemeleri ve son tahlilde sorumluluğunu üstlenmeleri için değil lâf olsun diye icat edilmiş bir kavramdır. Mühendisler, müteahhitler ve mahalli idarelerin sorumluları, Şia doktrinindeki "mâsum imam" gibi hatâ ve mes'uliyetten münezzehtir. Eğer kontrol esnasında bina ayakta duruyorsa mesele yoktur; muhtemel bir deprem vukuunda enkaz altında kalıp ölmek, bina sakinlerinin tercihine bırakılmıştır. Zira Türkiye hür bir ülkedir; kim, bu ülkede hürriyetsizlikten sızlanıyorsa bednamdır; nâmerttir.

...............

Bu vesikayı neresinden okursanız okuyunuz başka anlam çıkmıyor da!


Kaynak (Arşiv)