Ver yeni anayasamı, al statünü!
TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek, milletvekillerine yeni haklar getiren kanun teklifini savunurken, “Bu getirilen yasa milletvekili özlük yasası değil, maaş artışıyla ilgili bir yanı yok.
Sadece değişik kanunlarda ya da fiilen uygulamada olan hususların tek bir kanunun çatısı altında toplanmasından ibarettir.” şeklinde savunmacı ve kamuoyunun anlayışına sığınan bir dili tercih ediyor; buna göre kamuda çalışan herkesin özel bir kanunu vardır ama vekilin yoktur. Vah!
Diyelim ki öyle ve diyelim ki vekilleri kanuni bir statüye kavuşturacak bir düzenlemeye ihtiyaç var, o zaman sorarlar: “Şimdiye kadar neredeydiniz ve şu günler bu kanun için en iyi zamanlama mıdır?” ardından şunu da ilâve ederler; “Vekilin kanuni bir statüye kavuşması için önce vatandaşın statüsünü berkitmek gerek. Vatandaşın statüsünü belirleyecek temel kanun ise anayasa. Yeni anayasa konusunda partilerin her biri ayrı telden çalarken vekilin statüsü söz konusu olunca sessiz-sedasız ittifak edivermek doğru mudur?”
Sayın Çiçek bu teklifi savunmak uğruna ne söylerse söylesin inandırıcı olması mümkün değil; imzacı üç muhalif partinin kamuoyundaki homurtuyu hissedince çark edivermesinden sonra hükûmetin ısrar etmesi pek tuhaf, üstelik sevimsiz.
Duyan zanneder ki vekiller fena halde mağdur ve perişan! Elbette öyle değil ama velev ki öyle olsun; böyle bir esnada “Ben önce mensup olduğum zümrenin statüsünü sağlama alırım arkadaş” mânâsında okunabilecek bir teklif hoş durmuyor, zamanlaması ise ancak berbat kelimesiyle izah edilebilir. Kamera şakası gibi. Toplumun yarıdan fazlası son derece net bir şekilde yeni bir anayasa, vatandaşla devlet arasında yeni ve âdil bir misak beklentisi içindeyken vekil hakları için ortalığa düşmek kadar kötü bir espri olamaz. Teklif bu haliyle özrü kabahatinden büyük, kötü tertiplenmiş bir espri gibi duruyor. Çiçek’in -mecbuur!- savunduğu teklifi, bir hafta önce Zaytung gazetesi haber yapsaydı, “Aferin çocuklara, iyi espri yakalamışlar” der geçerdik fakat aynı metne, parti grupları ve üstelik misaline zor rastlanır bir yüksek hamiyyetperverlik ruhuyla imza koyduklarında metnin anlamı ve çerçevesi değişiyor; hasbîliği, hakkaniyeti, hatta ironisi bile kalmıyor; arada pek âşikâr bir görünen zümre menfaati çürük diş gibi rahatsız ediyor insanı.
Mesele vekillerin özlük vaziyetleri değil, zaten herbiri sıradan vatandaşa göre hayli imtiyazlı vaziyetteler; koro halinde sızlanacak kadar âcil bir ihtiyaç içinde bulunduklarını da sanmıyorum. Protokolde 20 küsuruncu sıradan 10 küsuruncu sıraya terfi etmek, ölene kadar kırmızı pasaport ve bedava silah ruhsatı edinmekle mutmain olacaklarsa buyursunlar. Mesele, vatandaşa karşı hep uzlaşmaz gibi görünen ve kamera önünde birbirinin boğazına sarılıp sebb ü şetm eden “fırka”ların, aslında “yok bunların birbirinden farkı” fotoğrafı vermelerinde...
Çıkarınız şu kanunu; hatta muhalefet “istemem, yan cebime koy” edâsında ortalıkta görünmezken iktidar oylarıyla kanunlaştırınız; AYM, “eşitlik ilkesi”ne ters olup olmadığına bile aldırış etmeden vaziyeti örtbas etsin ama artık “Biz ayrı dünyaların partileriyiz” cakası satmak yok vatandaşa. Hakkında tam mutabakat gösterdiğiniz metin bu ise eh, ne yapalım yani!..
Aciz kanaatim şudur; mırın-kırın etmeden genel seçimden önce halka söz verdiğiniz demokratik ve tepeden tırnağa sivil bir anayasayı elbirliği ile çıkarırsanız, bu hakların beş misli herbirinize helâl ü hoş olsun; herbirinizi altınla tartalım, torunlarınıza bile “ebedî özlük” imtiyazları bahşedelim fakat, farzımuhal anayasa yapmadan halkın karşısına çıkarsanız, -ki öyle görünüyor- seçim günü, beni sandık başında beklemeyeceksiniz. Bunu haketmediğiniz ve haketmediğimiz gerekçesiyle orada olmayacağım çünkü.