Vatandaş, İstanbullu ol!
Her metropol insanla beslenir ve zenginleşir; "bir şehrin yerlisi olmak", merkezin anafor tesirinde henüz kapılamamış taşrayı ve taşralıları tarif eden bir özellik. Doğma büyüme Londralı, New Yorklu, İstanbullu gibi sıfatlar kemiyet itibariyle azınlığı işaret ediyor.
Turkuaz ekindeki Salih Zengin haberi, bu tabii gelişmenin neresinde olduğumuzu tesbit eden ironik bir örnektir: İstanbul'daki hemşehri derneklerinin iddiasına göre İstanbul'un nüfusu 40 milyon imiş. Son nüfus sayısına göre bu rakam 11 küsur, siz bilemediniz 12 milyon; geri kalanı abartı ama neyin abartısı? İstanbul'daki Erzincanlıların, Sivaslıların, Karslıların sayısını olduğundan fazla göstermek kimin, nasıl işine yarıyor? Bu derneklerin faydadan çok asalak organizasyonlara yol açtığını savunan Prof. Dr. Ünsal Oskay'ın tesbitleri bana mânidar göründü. Hemşehri dernekleri sanılanın aksine kültürel yakınlaşma ve gurbette sıla hissini pekiştirmekten ziyade zamanla politik fayda ve kayırmacılık nevinden çıkar örgütlerine dönüşüyor. Bu derneklerin seçim dönemlerinde bir nevi lobi faaliyeti ile uğraştığını biliyoruz. Lobicilik, demokratik düzende illegal kuruluşlar değil ama hemşehrilik duygusunu öne koyarak siyasi güç peşinde koşmak, temsil esprisini yerinden uğratıyor. İstanbul'un vekillerine, belediye başkanlarına bakın, durumu açıkça göreceksiniz.
Yeniden şehirleşmenin nekahet dönemleri bunlar; kimsenin aslını inkâr etmesi gerekmiyor ama otuz seneden beri İstanbul'da yaşayanların ve günün birinde memleketine dönmeyi aklından bile geçirmeyenlerin yeni kimliklerini kurnazlığa başvurmadan kabullenmeleri lâzım. İstanbulluluk kimliği, İstanbul'da yaşayan taşralıların bundan böyle, "ben İstanbulluyum" cümlesini, sahiplenme ve sorumluluk duygusuyla telaffuz etmesiyle inşâ olunacak.
Sivas'a Hizmet Vakfı'nın yayınladığı Hayat Ağacı Dergisi'nin yaz sayısında hukukçu Ömer Koçak'la yapılan röportaj, bu bakımdan çok dikkat çekici mesajlarla dolu. Yarım asra yakın süreden beri İstanbul'da yaşayan ve kökleşen Koçak, bakınız durumu nasıl değerlendiriyor: "Kırk sene boyunca iyi bir İstanbullu, iyi bir kentli olmak için mücadele ettim. Ben Sivas doğumluyum, Sivas'ın emrindeyim ama İstanbulluyum; bu kültür zenginliğinden keyif alıyorum. Bu anlamda da Sivaslı hemşehrilerime diyorum ki, direnmeyin İstanbul'a, Ankara'ya, Bursa'ya; yaşadığınız şehrin kültürünü hazmedin. Buradan ekmek yiyoruz; İstanbul'u sahiplenelim, örnek olalım. Kendi kültürümüzle sentez yapalım. Bunun pek dile getirilmediğini düşünüyorum; Hemşehrilerimiz toplantılarda diyorlar ki: 'Sivas kültürünü burada muhafaza ediyoruz.' Kesinlikle bana ters geliyor. (...) Burada başarılı, mutlu olmamın sırrı şudur: Hanımınızla, çocuğunuzla, hemşehrilerinizle, İstanbul kültürünü, kent kültürünü üste çıkarmazsanız geride sadece sözü kalır. Yiğidin harman yerindeyim lâfı kalır, davulda zurnada kalır, iftihar ettiğimiz sadece Sivas halayında kalır. Halay çekmekten keyif alıyorum ama davul zurnanın ben Bahçelievler'de, Ataköy'de veya Büyükdere'de, apartmanda çalınmasını kabul etmiyorum. Bu, örfü-âdeti takip etmek değil; Piknikte olur, mahalli düğünde olur ama çelişkiyi şurada; bizim hemşehrilerimiz İstanbul'da Sivas kültürü diye düğün yapıyor, diğer taraftan İngilizce müzikle gelin damadı salona indiriyor. Böyle şey olamaz; halbuki diyorum ki, İstanbul kültürünü almak için İstanbul'a yalvaralım, secde edelim gerekirse; Osmanlı'sı, Bizans'ı, Roma'sı, Helenistiği... Bilebildiğimiz kadarıyla üç binlik yıllık kültür yoğunlaşması var bu beldede. Bu kültürü alabilen bir Sivaslının dünya yurttaşı olmaması için hiçbir engel yok."