-Var mısın? -Yokum, ya sen?

Evvelâ iri puntolarla göze kakılan kaba, lâubali bir ifâde: "Var mısın?" İnsanın hemen tepkiyle "bu ne samimiyet yahu" diyesi geliyor. Küçük puntolu harfleri de okuyunca fark ediyoruz ki ikinci tekil şahıs sigâsıyla bize hitapta bulunan merci devlettir ve kim bilir hangi aklıevvel "dâniş"in zihninden çıkan bir emsâlsiz fikir, afiş haline getirilerek vatandaşta "sayım şuuru" uyandırılmaya çalışılmaktadır.

"İyi de nezâket hepten öldü mü?" demek var ama ne de olsa siyasî kültürümüz bu derece âmiyâneliği kaldırıyor demek ki!

Sağa-sola iliştirilmiş "Var mısın?" afişlerini görünce içimdeki muzip çocuk kımıldanıveriyor; şöyle kalın uçlu bir ispirtolu kalem bulup, kimseler görmeden o afişlerin altına teker teker "Yokum!" yazmak geliyor içimden. "Var mısın?" ibâresi bir sual biçiminde tertiplendiğine göre bir cevap bekleniyor demektir. Devlet, bir ferd-i vâhid olarak bana var olup olmadığımı soruyorsa benim cevabım işte majiskül bir "yokum!"dan ibarettir; hatta daha ileriye giderek graffitiye şu ibareyi de eklemek mümkün: "Varlığım hakkında siz ne düşünüyorsunuz?"

Devlet, en azından bir müdebbir tüccar tavrıyla envanterini bilmek istiyor ki bu en tabii hakkıdır. Envanter, "emtia" cinsinden şeylerin miktarını saymak sûretiyle tertip edilir. Hayır, devlet bizi emtia olarak görmüyor, o mâlum afişteki sualin anlamı şöyle detaylandırılabilir: "Eğer bu sayımda yekûn hânesine girmezseniz, Türkiye'nin hesabında yer almayacaksınız demektir; ama devlet vatandaşlarını o kadar seviyor ve önemsiyor ki, mutlaka bu hesaba dahil olmanızı murad ediyor."

Eğer devletin yarı tehdid yarı ricâ kokan dâvetine icâbetle "sayılacak" olursak muhtemelen yetmiş milyon küsur insandan birisi olarak hesaba gireceğiz. Sayım sonuçları, devletin sosyal siyaset tayin etmesi için ihtiyaç duyduğu en önemli veri. Bu hesabın mümkün olduğunca aslına sâdık ve titiz tutulması lâzım. Burası doğru ama devletin "sayı" ile ülfet derecesi zayıf. Devlet, kendi hesabını tutmakta beceriksiz; bütçe kanunlarımız ticârî ve iktisâdî mantık çerçevesinde bakıldığında birer absürd sanat eseri olarak değerlendirilebilir. Sayılarla kamu irâdesi arasındaki münasebetin realist olması gerekirken biz romantik, hatta mistik tabiatlı ilişkiler peydâ etmeyi seviyoruz. Bu durumda hesap yekûnuna ilave edilmiş bir ferd-i vâhid olmanın önemi hakkında karmaşık duygulara kapılıyor insan.

Yine de devletin sayım gibi çok önemli bir sosyo-ekonomik belgeyi mümkün olduğunca sahih şekilde tanzime itina etme arzularını saygıyla karşılamak gerek. Balıkesir valisi, devlet adına bu titizliği dile getirirken sürç-i lisân eseri olsa gerek "o gün evde oturmayıp da dağlara çıkan ayıdır" makamında bir lâf etmiş. Bu itinasız söz tepki toplayınca bu defa ertesi gün sürç-i lisanını güyâ düzelterek, "Maksadını aşan sözler sarf etmiştim; ayıların bu işte kabahatı yok; bütün ayılardan özür dilerim" yollu bir beyanda bulundu. Doğrusu bu esprideki incelik ve derinlik cümlemizi hayran ve dilsiz bırakmıştır ve bürokratlar espri yapamaz diyenler bundan böyle önyargılarını değiştirmek zorunda kalacaklardır! Evvelâ vatandaşına "Var mısın?" şeklinde laubâli bir hitapta bulunacaksınız, ardından "Yokum" cevabını tercih edenleri önce ayıya benzeterek, ardından da bilcümle ayılardan özür dileyeceksiniz; bu hadiselerin terkibinden bir "sayım felsefesi" çıkarmak gerekse ne diyeceğiz, ne diyebiliriz? İtiraz edersek, belki de sabahın köründe ikişerli kolda meydana dizip "ta'dât" yapmağa bile kalkışmalarından korkarım.

Sayın vali, kasdını ve cirmini aşan garip espriler yapıp, ardından ilkini mumla aratacak kertede kalitesiz bir başka espri ile özür beyan edeceğine, bu ülkede bir dahaki sayımda kendini "nâmevcut" yazdırmayı planlayan ne kadar insan olduğunun hesabını merak etse, kamu adına daha ciddi bir iş yapmış olurdu bence. ABD'nin her yıl "büyük piyango" tantanasıyla icraata koyduğu "Yeşil Kart" uygulamasının ne kadar taleple karşılaştığından kimin ne kadar haberi var? Vaktiyle Almanya'ya ekmek parası kazanmak için gidenlerin çoğu dahil, Kanada'ya, Avustralya'ya, Fransa'ya veya Batı ülkelerinde herhangi birine kapağı atmayı düşünenlerin hepsi değilse bile mühim bir çoğunluğu, hafif tertip de olsa bir "ilticâ" hâletine bürünmüş olabilirler mi? Devlet bu konuda da bir "sayım" yapmayı düşünmekte midir? Sayın valinin bu konudaki esprilerini de en kısa zamanda "derin dondurucu" içinde servise vermesini bekliyor ve umuyoruz.

Sadece alt gelir grubu söz konusu değil; servetini en azından yüz bin dolar cinsinden ifade edenler bile günün birinde lâzım olur gerekçesiyle daha şimdiden bir tahlisiye sandalı tedarik etmeyi ihmâl etmiyorlar; hâmileliğinin son demlerini ecnebi diyarlarda idrâk etmeyi tercih eden sosyete hanımlarının geleceğe yönelik ne gibi hesapları olabilir acaba? Acaba bunca itina, günün birinde bu memleketin hakikaten yaşanmaz hale geleceği günü öngörüp de tedbirli davranmak mıdır? Mesele fark ettiğimizden çok daha vahim bir psikoloji şeklinde yaygınlaşmış bulunuyor: Aklınızın kenarından geçmeyecek insanlar, "nasıl olsa müracaatlar gizli tutuluyor" gerekçesiyle harıl harıl birer yeşil kart formu doldurup ABD elçiliğine postalıyorlar. Bunca gayrimemnun insanı, -keyfiyet bir yana- birer kemiyet olarak saymanın derin sebeplerini bir türlü anlayamıyorum. Hesaptan anlamadığı kerrat ile ispat olunmuş bir tüccar, emtiâsını niçin sayar?

Dikkat; bu bir "firar kompleksi" haline dönüşüyor. Milliyetçilik fikriyatı bir tarafta artık tat vermez derecede sulandırılır ve sathileşirken firar kompleksinin yoğunlaşmasını neyle izah edeceksiniz? Bana bu konuda sâlih bir cevap verebilir misiniz?.. Efendim, sesinizi net duyamıyorum; sahi, orada mısınız?

Her şeye rağmen, "var mısın?" hitabındaki incitici nükteye rağmen biz yarın evimizde olacağız nasip olursa; haydi gönlünüz olsun; biz "var"ız ve buradayız;

Peki, siz "var mısınız?"


Kaynak (Arşiv)