Vaiziniz iş başında

Baba olmak bir sualdir; her baba, evlatları ile ilgili meselelerde önüne çıkan suallere bir cevap arar, problem çözer ve bu çözüm tarzıyla kulluk görevinin bir aksâmını -iyi veya kötü, yeterli veya eksik- yerine getirir; anne olmak da öyle.

Eşine, ailesine, evlatlarına, komşularına karşı bir yığın vecibesi vardır annenin; her biri sualdir, imtihandır. Ömrümüz imtihanla geçiyor; kulluğumuzun kalitesini de cevaplarımızın niteliği tayin ediyor.

Geçimliğimizin peşinde koşarken, yürürken, alışveriş ederken, birilerine bir şey anlatmaya çalışırken hep kendi kariyer çizgimizi, daha doğrusu seciyemizi inşâ eder veya zayıflatırız. Hayatın her safhası imtihan…

Neye göre imtihan; bizi kim sınıyor, kime karşı sorumluyuz?

Müslüman’ın cevabı belli; Müslüman olmayanların da imtihanı var şüphesiz fakat Müslüman’ın sorumluluğu -kimselere değil- Allah’a karşı. Müslüman, hayatının önemli veya sıradan her ânında Allah’a karşı bir mümin olarak seciyesini daima ikmâl etmek durumunda. Bir bardak suyu içmenin nasıl bir edebi varsa, siyasetle uğraşmanın da İslâmî bir tarzı, sınırları, rükünleri, olmazsa olmazları, olsa da olur-olmasa da olurları, hadleri, ölçüleri var. İşte bu mânâda siyaset ibadettir; bu ibadet, diğerleri gibi hüsn-i tasarrufla, hilm ile, suhûletle icra edilmeli; neticesinde yekûn itibarıyla güzellik ve hayır çoğalmalı.

Siyaset sadece yönetmekten değil; siyaset yoluyla kazanılan gücü ehlîleştirip Müslüman etmek ciheti daha baskın. Siyasetçinin yükü diğerlerinden daha ağır, zira doğrudan güçle muhatap oluyor. Evvela gücü ele geçirmek için temiz mücadele vermek, ardından gücü doğru ve âdil kullanmak ve bu esnada gücün kendisine bulaşmasına (elektriklemesine) karşı tetik durmak. Sıradan insanlar evlerinin kapılarını kendi başlarına açar, otomobillerini bizzat kullanır, yağmur yağınca şemsiyelerini açarlar. Güç alâmetlerini tabii hakkıymış gibi addedenler, bir gün yağmurda kendi şemsiyesini açmak zorunda kaldıklarında, “Etrafta gören var mı?” endişesiyle sağı solu kolaçan edip, şu utanç verici hâlin kimse tarafından görülmemesini isterler. Ah, değer mi? Güç, tabiatı icabı insana, aslında özünde bulunmayan bir kudret vehmi verir; vaktiyle silahlı gezmeye pek heves ettiğimiz demlerde akıllı bir adam, “Silah takma yürektir oğlum.” diye kulağımızı bükmüştü. Güç de takma yürektir.

İnsanları yönetmek için zor veya şerre tevessül en kolay çözüm; nezaket ve güven telkin ederek, âdil davranarak yönetmek daha meziyet ve feragat isteyen bir tarz. Müslüman siyasetçi, problemi çözmekle yetinemez; problemi güzel çözmek, hak yememek, gönül kırmamak, toplam hayrı da artırmak zorundadır. Doğrusu beş vakit namaz kılmak, otuz gün oruç tutmak, hatta faize ve harama bulaşmadan eve temiz rızık götürmek gibi bazılarına ağır görünen mükellefiyetler bile siyaseti ibadet derecesinde güzel icra etmek yükümlülüğünün yanında pek hafif kalır. Meşhur mesel: Köy evliyası olmak, şehirde velâyet göstermekten daha kolay. Allah’ı hoşnut edecek bir tarz ile siyasetin üstesinden gelmek, şüphesiz karşılığında daha fazla sevapla ödüllendirilecek hakikaten müşkül bir vazife.

Müslümanların siyaset yapmasından bahsetmiyorum; siyaseti ibadet derecesinde ihlâsla, Allah korkusuyla ve ahiret endişesi gözeterek yapıp başarmaktan bahsediyorum. Hazreti Yusuf, iffetine talip olan kadının sualine öyle cevap vermişti hani: “Allah’a sığınırım, doğrusu o benim Efendim, bana güzel baktı, hakikat bu ki, zalimler felâh bulmaz.” Hazreti Yusuf’un bir cinsilâtifin meşru olmayan arzusu karşısında gösterdiği tevekkül ve istiğnayı, siyasi meselelerde de göstermek, işte siyasetin ibadet derecesidir. Yapabilene aşkolsun; ne mutlu ona; yapamayanlara gelince; tarih, onlar gibilerinin birbirine benzer, berbat hikâyeleriyle dolu.


Kaynak (Arşiv)