Uykuyu öldürmek
Bunu hep yapıyorlar; o esnada sorumluluk veya vicdani berelenmeye benzer herhangi bir sızı duyduklarını sanmıyorum; belli ki zevk alıyorlar.
Alışageldikleri yoldan nüfuz edemedikleri güçleri bitirmek için kalleşliğin en kravatlı şeklini icradan geri durmuyorlar; dedikodu yapıyorlar, abartıyorlar, gereğinde yalan bile söylüyorlar.
Zevk için avlanmaya çıkmış efendilerine yaltaklanmak için içten gelen, amatör bir heyecanla iz sürüyorlar, gözlerini kan bürüyünce çene kemiklerini birbirine kilitleyip çılgın gibi eşinerek rakiplerine ölümcül darbeyi vurmak için "Hafiyesi Mahmut"luğa soyunuyorlar. Medya tetikçileri bunlar; mahvetmek istediklerine Pitbull, yaranmak lazım gelenlere Fino gibi davranıyorlar; ne kinleri sahici, ne de sevgileri; akşam olup da evlerine gidince kendileri olabilmeyi nasıl başardıklarını asla tasavvur edemiyorum.
Shakespeare'in ünlü trajedisi Machbet'ten bir sahne hatırlıyorum. Karısının iğvasına mağlup olan Machbet, evine misafir gelen ve ona güvenerek rahat bir uykuya dalan kral Duncan'ı yattığı yerde boğazladıktan sonra pişmanlık içinde şöyle haykırıyor,
"Kimseler uyumasın artık; Machbeth uykuyu öldürdü!"
Machbet'in trajedisi, hayatı boyunca kalleşliğe bir an için kapıldıktan sonra ömrünce vicdan azabıyla kavrulmaktır ama bu gibi papyonlu tetikçileri Machbet'e teşbih etmek insafsızlık olur. Machbet'in vicdanı vardı!
Uykuyu öldürmek böyle bir şeydir işte; mahvetmek istedikleri birinin sıradan geçmişini didik didik edip orada bulacakları küçük yanılgılara, herkesin geçmişinde bulunması muhtemel mâsum günahlara azı dişlerine geçirerek gururla kuyruk sallamak. Nefisleri söz konusu olduğunda, arsız ve meraklı bakışların kendi fânuslarına yönelmesine hiç dayanamaz, acı acı sızlanırlar; insaf yok mudur, vicdan, merhamet, insani duyarlık ölmüş müdür? Aynı meraklı bakış, onların geçmişinde kim bilir neler neler bulacaktır?
Başbakanlık müsteşarına reva görülen medya tedhişi(*), böyle bir şey işte. Kan kokusu alan köpekbalığının avına atılışını hatırlatan bir tabiilikle yapıyorlar işlerini. Doğru dürüst bir açığını bulamadıkları geçmişini didiklemekten usanınca, önlerine birilerinin servis ettiği küçük yemlere atılıveriyorlar. Bilmem kaç yıl önce müştereken yazılmış bir kitabın referans sistemini üstünkörü inceleyip, pilavın içinde et bulan Bedevi gibi "vecettü= buldum!" diye bağırmanın arkasında sizce hakikatperestlik yatıyor olabilir mi? Dinime dahleden bari Müselman olsa; manşetlerinde "intihal" yaygarası koparanlar, bir basın meslek kuruluşunun öncelik vermesi gereken en temel hakkı, "cevap ve düzeltme" hakkını, düzmece haberlerinin mağdurlarından esirgiyorlar.
Bunların diline düşmek, gerçek bir felaket. Hakkınızda iftira veya en hafif tabiriyle "suizan" edilmiş olması bir şey değiştirmiyor: "Tilki tilkiliğini isbat edene kadar post elden gider" meselince bu çirkin yayıncılık türü, hasmını öldürmek için bütün centilmenlik kurallarını çiğneyerek gergedan gibi hedefine saldırıyor. Cevap hakkı mı? Gülünecek bir şey; sadece şu kadarını söylemekle iktifa edelim. Bazı gazetelerin yaptığı yalan haberle, mukabilinde yayınladıkları "cevabi açıklamalar" devede kulak mesâbesindedir. Veyl dillerine düşenin hâline!
Ey uykuyu öldürenler, Basın ahlâk ilkelerini o kadar hafife almayınız; günün birinde size de lâzım olabilir!
(*) Prof. Dr. Ömer Dinçer ve Doç. Dr. Yahya Fidan'ın mâruz kaldığı "intihal" iddialarına karşı mağdurların ayrıntılı cevabını okumak isteyenler, http://www.dorduncukuvvetmedya.com/article.php?sid=3034), linki aracılığı ile açıklama metnini okuyabilirler.