Uyan ey gözlerim
"Hadiseler, Osmanlıların coğrafi mantığını doğrularken Cumhuriyet'in mantığını tekzib etmekte" demiştim en son; ne bir keşif değeri var bu sözün, ne de öyle gizli saklı bir şey. Seksen sene boyunca milli hudutlarımızın ne kadar güzel ve mâkul olduğunu imâ eden sloganlarla yürüdük.
"Lozan zafer mi, hezimet mi?" tartışması yapılırdı bir zamanlar: Fiili durumdur, kabullenmek başka, övmek ayrı bir şey. ABD, kendi milli güvenliği için, ülkesinden yarı ekvator kadar uzakta bir yerde askerî harekât yapıyor; diyelim 20 bin kilometre. Bize tanınan müsamaha, milli sınırlarımızdan itibaren 20 kilometredir. Hiçbir hudut sınır boyunda savunulmaz; hudut güvenliğini sağlayan gerçek coğrafi sınırlar çok daha başka yerlerden geçer. Sadece siyasi sınırdan bahsetmiyorum; kültürel sınırlar var işin içinde, sempatik, iktisadî, psikolojik, tarihî sınırlar da var. Türk hariciyesinin bu gibi kavramlardan ne kadar haberdar olduğunu görüyoruz bugün.
Kuzey Irak'a "irtibat timleri" gönderdik; günaydın efendim. O timlerin en az elli seneden beri "en azından zihnen" oralarda olması gerekiyordu. Bu açıdan şu bizim Kerkük meselesi traji"komik bir dâvâdır. Trajik, çünkü, 1959'dan bu yana Kerkük Türkleri örsle çekiç arasında ezilmekten perişân oldular. Çekiç, kimi zaman otokrat Irak merkezi hükümetleri oluyordu, kimi zaman Saddam veya mahalli Kürt unsurlar?. "Çekiç"e gelince, o bizdik; yani Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin politikasızlığı, tutarsızlığı, beceriksizliği, vizyonsuzluğu. Manzaraya bazen Türkiye'de oturan veya Kuzey Irak'ta bulunan Türkmen liderlerinin, "Karabudun Türkleri"ne mahsus dargörüşlülükleri, ufak menfaat hesapları ve hesapsızlıkları da karışıyordu. O yüzdendir ki, meseleye "va'z"ı yed" eylemek için görevlendirilen orta dereceli askeri bürokratlardan biri, "Kerkük'ün Kırşehir'den ne üstünlüğü var ki kardeşim?" tesbitinde bulunurken Osmanlı ile
Cumhuriyet devirleri arasında jeopolitik mantığın nasıl fesada uğradığını gösteriyordu. "Araştırmacı gazeteci" takımından istirham edelim; bize hiç olmazsa son on sene zarfında Irak Türkmenleri ile bizim hükümetler arasındaki ilişkilerin bir dökümünü tasvir etsinler. Şu anda mevcut kaç tane Türkmen kuruluşu, derneği, vakfı, partisi olduğunu yazsınlar alt alta. Bugüne kadar bu kuruluşlarda kimlerin ne yaptığını anlatsınlar. Mümkünse meselenin mali ayrıntılarına da girilsin. Kimlerin kimlerle iş tuttuğu, nerede isabetli ve hayırlı bir iş yaptıkları, nerede saçmaladıkları ve yanlışa düştükleri bir bir yazılsın; bilelim, belki bundan sonra aynı tip hataları yapmayız (zayıf ihtimâl)!
Bizim Kuzey Irak'la ilgili politikalarımız karaya oturdu; âşikâr. ABD, Türkiye'yi, Talabani güçlerine yürüyüş inisiyatifi tanıyarak zora soktu. Kımıldayamadık ve zaten muhâl ihtimâldi. Şimdi "çekildik, çekiliyoruz" oyalaması ile fiili durumu netleştiriyorlar. Bizimkiler ise "istedikleri kadar tapu kaydı yaksınlar; aslı Bağdat'ta var nasıl olsa" havasındalar; kimisi ise Osmanlı arşivlerini mehaz göstermekte. Çatlamak işten değil; siz ne zamandan beri Osmanlı arşivlerinde muhafaza edilen şeylere kıymet verir oldunuz öyle; o mânâ bütününün sıkletini kaldırmaya sadrınız kifâyet etmez. Ermeni patırtısı ile ilgili arşiv vesikalarına kim aldırış ediyor ki, Kerkük tapu sicil kayıtlarının Dersaadet sûretlerine itibar olunsun. Diplomaside en evvel güç konuşuyor, vesika değil. Halil Rıfat Paşa da öyle söylüyor zaten: "Gidemediğin yer senin değildir". Bu sözün Türkiye'de Karayolları camiasında baştacı edilmesi, hazin bir nüktedir. Anlayana saz!..
Gitti gider.
Peki gitmeseydi ne olurdu; Türk ordusu velev ki Kuzey Irak'a girdi, asayiş ve kamu nizamını sağladı; Kerkük ve Musul petrollerini sahiplenip, güneydoğu hudutlarımızı 36. paralele kadar indirecek miydik? Hayır, ne bizim böyle bir niyetimiz ve planımız vardı, ne de petrol bezirgânı işgalciler böyle bir şeye müsaade ederlerdi. Bizim elde edeceğimiz yegâne menfaat, Irak Türkmenlerine iki ateş arasında ezdirmeden siyânet etmek ve siyasi sınırlarımızın güvenliğini çok daha ötelerde kurulmuş savunma hatları ile tahkim etmekti. Biz bunu başaramadık ve şimdi milli gururumuzun daha fazla örselenmemesi için dua etmek mevkiindeyiz.
Aynı bakış hatasını Kıbrıs'ta görebilirsiniz bugün; iş, "Türkler politika yapmayı bilmiyor" dedirtecek bir neticeye getirilip kördüğüm edilmiştir. Oniki Adalar meselesi uykudadır. Karabağ meselesiyle ilgili ihmâller unutulup gitmiştir. Bağdat'a düşen bombaların daha tahripkârı, mânevi, fikrî ve siyâsi mânâda bizim başımıza düştü!
Uyan ey gözlerim!