Usul, kibir ve öfkeye dair

"Kur'an'dan aldığım ilhamla hep şunu anlattım (...), Ben bu kitleye acıyordum, içim sızlıyordu. Akıl almaz çileleri, zulümleri göğüsleyerek ve olanca bilgi ve birikimimi önüne sererek bu halkın uyanması, kendine gelmesi, kaderine sahip çıkması için ortaya atıldım; tarihin en zorlu fikir mücadelelerinden birini verdim, (...) Ne biçim bir kader şu benimki!..."

Halk arasında yaygın tâbirle, "Yaşar Nuri Hoca"nın, halkımıza attığı fırçalar, yukarda yer alan "kahır ifadeleri" arasına serpiştirilmiş olarak devam edip gidiyor; ana fikir özetle şöyledir: Yıllardır gerçek din adına sizleri irşad etmek için akıl almaz çileler ve zulümler çekerek çalıştım.

Buna rağmen halk, hatta Türkiye (Hey gidi Türkiye hey! Yazık oldu sana, yazık oldu. Çok yazık oldu sana Türkiye) akılsızlık ve nankörlük edip sahte dincilerin yoluna gitmektedir.

"Usûl esasa mukaddemdir" veya "Üslûb"ı beyân, ayniyle insân".

Farkediyorsunuz; Yaşar Nuri Hoca'nın eleştirileri doğru, fikirleri isabetli ama üslûbu yanlıştır. Türkiye'de Yaşar Nuri Öztürk fenomeni nâçiz kanaatime göre bu cümleyle özetlenebilir.

Hoca'nın cinini tepesine çıkaran hadiseyi duymayan kaldı mı: "Boynuzcu Şeyh" diye lakaplanan bir adamın yaptığı iddia edilen çirkin işler. Mesele yargıya intikal etmiş olduğu için iddialardan kesin hakikatmiş gibi bahsedilmesi bir usul hatasıdır. Ya mâsumsa! Efendim velev ki mâsum olsun; olmuyor mu böyle işler? Oluyor, olmuştur, olur ve olacaktır; nitekim Yaşar Nuri hoca, Musevi tefsir geleneğinden iktibas ettiği güzel bir deyişle işin felsefesini tesbit ediyor zaten: "Aldanmak isteyen aldanır". Hoca, "velev ki ballandırıla ballandırıla anlatılanlar son satırına kadar gerçek olsun" tenkid oklarını yollarken adres ayırdetmeye lüzum hissetmiyor: "Ben onlar için çırpındıkça, onlar dincisi, dinsizi, naylonu, softası, medyası, siyaseti, osu, busu birleşerek (...) çıplak uyarıcı ilan ettiler. Bunu yaparken, burnunun ucuna kadar örtünenlerle mahrem yerlerini bile örtmeyenler acaip bir işbirliği sergilediler". E, hariçte kim kaldı? Kendini, Hocanın sıraladığı klasmanın içinde görmeyenlerin bile kurtulamadığı bir grup daha var bu bahtsızlar listesinde: "Osu"busu"; kurtuluş yok yani!

Ardından nasıl münasebet aldırılmış ise bir salvo da hükümete ve başörtüsü yasağını protesto edenlere yöneltiliyor: Özetliyorum: "Seçip iktidar yaptıkları hükümet (burada cümlenin zamiri açıkta bırakılmış gibi görünse de hükümete oy verenlerin kasdedildiği açık), Müslümanların kanını dökmek için süper güçlerle pazarlık yaparken, sokakları dolduran savaş aleyhtarlarının içinde niçin sakallı ve türbanlı yoktur? Iraklı Müslüman mazlumlar adına bağıranlar solcular ve benzerleri..."

Solcuları anladık da, "benzerleri" kim oluyor hocam; siz misiniz yoksa? (Teknik açıdan "siz ve sizin gibiler" diyebilme şansımız bulunmuyor çünkü sizin gibi tarihin en zorlu fikir mücadelelerinden birini veren kaç adam var ki şu memlekette?)

Sokaklarda çıt yokmuş, "ne türban kavgası, ne antilaik nâralar. Öyle ya, esas mesele iktidardı, 'istenenler' iktidar olduğuna göre iman tatile çıkabilir!.."

Yapmayınız hocam, şu "partili" kimliğini kısa zamanda bu kadar benimsemiş olmanız ne kadar sarsıyor insanı. Lütfen doğrunun ardından, doğruların sıhhatinden şüphe ettirecek töhmetlerde bulunmayı bırakınız. Beğenmeyebilirsiniz ama seçmenlerin % 34'ünü iktidara oy verdi diye itham edip karşınıza almanın, şu efsanevi fikir mücadelenize ne faydası olabilir ki? Belki onlar arasında bile "salih" kullar vardır; böyle toptancı hükümler, ilminizi ve fikrinizi zaaf halinde gösterir, sözünüzü düşürür ve "uyarıcı"lığınıza en büyük darbeyi siz kendi ellerinizle indirmiş olursunuz.

Üzerine hüküm bina ettiğiniz ithamların kaynağı olarak atıfta bulunduğunuz gazetelerin habercilik tarzı ne zamandan beri size "kifâyetli" görünüyor bilmem; siyasi kimliğiniz icabı bugünlerde gözünüze hoş gelebilirler ama insaf; bu memlekette keçisi çalınan imamı, "imam keçi çaldı" diye haberleştiren mantığı "sâdık" kabul ederseniz ( Hucûrat 6)'nın mazmûnuna yazık etmiş olmaz mısınız?

Problem şurada; doğruları zikredip tavsiye ederken, farkında bile olmadan kendinizi kışkırtıp sözünüzün kıymetini düşürecek tutumlar (ithamlar, toptancılık, kibir, öfke) içine giriyor ve muhatap kitlenizi gittikçe azaltıyorsunuz. Üzüldüğüm nokta budur; daha önce de yazmıştım, sizin kıymetiniz, başkalarının ulaşamadığı kitlelere ve mercilere tebliğde bulunmanız idi ama o kitle ve mercilere rânâ görünmek için, doğru dürüst tefrikte bulunmadan yaylım ateşi açar ve incitici ifadelerle herkesi kırarsanız yarın hitap edecek bir cemaat bulamayabilirsiniz.

Medyatik olmak her şey değildir; bugün "aferin hoca, ne güzel bindiriyorsun" derler de, ertesi gün "reytinginiz de düştü be hocam" dediklerinde selam verecek insan bulmakta güçlük çekebilirsiniz. İçinde yaşadığınız dünyanın ne kadar kaypak ve sathi değerler üzerinde durduğunu sizden daha iyi kim bilebilir?

Usûl, usûl! Usûl esasa mukaddemdir; usûle riayet olunmazsa tebliğ inandırıcılığını kaybeder


Kaynak (Arşiv)