"Üretimden gelen gücümüz"

Hükümetin hazırladığı tasarıyı beğenmeyen sendika liderleri neredeyse her gün, "üretimden gelen gücümüz" tamlamalı tehditkar sözler söylüyorlar. Aslında mutlu olmam lazım; ama dikkat çekecek ölçüde sık tekrarlanan bu lafla her karşılaşmamda buruklukla hüzün arasında bir halete kapılıyorum. Niçin?

Biz Türkler güzel sözleri severiz: Sözün güzelliği, muhtevasının sadık olmasıyla ilgili değildir ve bu yüzden içi boş olmasına mukabil zarfı pek şatafatlı laflar, yıllardan beri dillerde gezinir durur ve zamanla gerçekmiş gibi kabul edilir: "Bağımsız Türkiye" işte böyle hoş ve boş bir sözdü, keza "sosyal devlet" de; 68 kuşağının "bağımsız Türkiye"cileri bugün 68'lilik değerleriyle bağdaşmayan ve o değerler ışığında bağımsızlığımızı tehdit eden kombinezonların esas oğlanı rolünü oynamaktan yüksünmüyorlar. Sosyal devlet, son iki anayasamızda yerini korumasına rağmen "sınıfsız toplum" gibi ütopik bir faraziyeden ibaret kaldı. Bunlar vakıadan ziyade temenni, şükrandan ziyade yakarış! Sloganlar, vurgudan ziyade örtmeye yarıyorlar. Sloganlara dayanan diskurlar, zihni analiz mesarifinden kaçınıldığını gösteren "ucuz yahni"den ileri gidemiyor.

Sendikacılarımız kırk seneden beri "işçi sınıfı" tabirini hep bu çerçevede kullandılar; kırk yıl evvel böyle bir sosyal sınıf yoktu, bugün var mı? Türkiye'de en büyük işveren hala devlet. Devlete çalışan işçiler, "iş garantisi"ni asla pazarlık masasına koymadan devletle pazarlığa kalkışıyorlar. Hakikatte "üretimden gelen bir güç" olsaydı, sendika liderlerinin parlamento kulislerinde volta atmasına gerek kalır mıydı? Bizim sendikacılar, yıllar boyunca kamu işçilerini temsilen hükümetlerle masaya oturup "üretimden gelen güç"lerini değil, siyasi baskı ve tehditleri kullanarak ballı sözleşmelere imza attılar. Memurlar da, kamu işçilerinin "imrenilesi" durumuna bakarak grevli toplu iş sözleşmeli sendika hakkı istiyorlar, tabii elde bir "iş garantisi!": İş garantisi şartına sığınan bir talebin "üretimden gelen gücü" olamaz. Üretimden gelen güç, rekabete dayanıklı, kolay ikame edilemez ve hakikaten "üretken" bir güçtür. Sendikalı işçileri suçlamıyorum; ama bilmeliler ki, şu anda her sendikalı işçinin aldığı ücretin üçte birini almaya razı en az iki veya üç işçi sırada hazır bekliyor; üstelik bu iş gücü pek vasıfsız da sayılmaz. Türkiye'de işsizlik tahripkar boyutlara ulaştı; gizli işsizleri saymıyorum bile. Konuya ilgili herkes biliyor ki kamu sektöründe istihdam edilen gizli işsiz sayısı da vahim miktarlara ulaşmış bulunuyor. İmdi aralarında hayli gizli işsizin de bulunduğu bir topluluk temsilcilerinin "üretimden gelen gücümüz" diye efelenmesi sizi de hüzünlendirmez mi?

Bir de şöyle düşünmeli: Hizmet sektörünün marjinal labirentlerinde gündelik nafaka uğruna çaresizce didinen milyonlarca gencimiz var; sigortasız, iş güvencesinden mahrum, yakınlarından birinin hastalanmaması için dua etmekten başka elinden bir şey gelmeyen büyük bir kitle. "Üretimden gelen güç" babalanmaları bu insanlar için bir şey ifade etmiyor; onların her biri, sokaklarda tabut gezdirerek hak arayan işçilerin yerine geçmek için iç organlarının yarısını fedaya razı halde.

60 yaşında emekli olmak benim de işime gelmiyor; ama yine de büyük laflar etmeyi doğru bulmuyorum. Bu ülkede vaktiyle sigara masrafı tutarında taksitlerle SSK kredileri kullanarak ev ve araba sahibi olan, müdürlerinin iki katı aylık alan işçiler, üretimden gelen güçlerini değil bugünkü işçilerin kullanacağı fonları kullanmışlardı ve bu fonlar üretimden gelen güçle değil, halkın vergileri ile sübvanse edilmişti.

Hükümetin işi zor; siyasetçi esnafının son kuşağı olarak yakın cedlerinin bıraktığı kirli mirası temizlemek kolay değil. Türkiye'de emek ve ücret dengesinin yeniden kurulması lazım; ama ondan önce temel kavramları laf kalabalığına, fiyakalı sloganlara iltifat etmeden tarif etmek gerek.


Kaynak (Arşiv)