Üretim televizyonculuğu ve bir Digitürk eleştirisi
Siyah-beyaz ve tek kanallı televizyon yayını başlayalı kırk sene bile olmadı. Ankara'da öğrenci iken TRT televizyonu haftada ancak üç gün yayın yapıyordu; bugün küçük bir yatırımla şifresiz yayın yapan binlerce dünya kanalı seyredilebiliyor. Yayıncılık ve iletişim tekniğindeki göz kamaştırıcı gelişme ise maalesef, yayının muhteva kalitesiyle orantılı değil.
Televizyon yayıncılığı bakımından benim zevkime en uygun tarz, tâbir caizse ihtisas kanalları. Türkiye'de Digitürk platform şirketinin pazarladığı yayın paketi sistemi içinde yer alan ihtisas (veya özel zevklere hitab eden yayın türü) kanalları, televizyon yayıncılığında bugünün ve yarının tarzını haber veriyor. Başta sinema kanalları var, ardından haber ağırlıklı yerli ve yabancı kanallar geliyor, sonra spor ve müzik. Digitürk yayınında pop müzik tarzı kanalların yanında sadece klasik batı müziği yayını yapan Mezzo üzerinde durmak lâzım. Fransızca yayın yapan Mezzo'da müzik röportajlarının ve sunuşların en azından Türkçe alt yazı ile zenginleştirilmesi gerekiyor. Digitürk, Türkçe dublaj uygulamasını Avrupa'dan yayınlanan bazı spor programlarında başarıyla gerçekleştirdi. Spor kanalları içinde Sailing de Türkçe seslendirme hizmetinden nasipsiz kanallardan birisi. Üç tarafı denizlerle çevrili bir yarımada mevkiindeki ülkemizde denizcilik, bizim gibi kara adamlarının ana meşgalelerinden biri haline gelemedi ama zaten televizyon, yaşayamadığımız güzelliklerin ve hayatların sergilendiği bir hayal kutusu. Eminim ki Sailing yayınları Türkçeleştirildiğinde seyircisi de artacaktır.
Moda kanalları da var Digitürk'te; daha önce kanal sayısı bir tane iken, -zâhir umumi arzu üzerine- ikiye çıkarıldı ve eğer yanılmıyorsam bu kanallardan biri Türkçe dublaja kavuştu. Benim asıl üzerinde durmak istediğim kanal türü, Digitürk listesinde "eğlence ve yaşam" başlığı altında yer alan hobi ve belgesel kanalları. Bundan yıllarca önce sanat tarihi ağırlıklı yayın yapan Leonardo kanalını, -dilini anlamasam da- zevkle seyrediyordum. Nedendir bilinmez bu kanalı daha sonra görmez olduk, bunun yerine Digitürk platformu Alice kanalını tercih etti, ardından Alice de birkaç paket program dışında sırra kadem bastı ve yerini Home Tv aldı. Dekorasyon, sanat tarihi, mimarlık, mutfak kültürü, peynir, şarap, zeytinyağı imalatı gibi konularda bilgilendirici belgesellerine tam alışkanlık peyda etmek üzereyken Home Tv de muhtevasını hızla değiştirerek, mânâsız ve alemünit Amerikan mutfağı üzerine ev kadınlarına hızlı yemek hazırlamayı öğreten stüdyo tarzı yayıncılıkta yoğunlaştı. Bu kanalda benim neredeyse abonesi olduğum ve seyrederken adeta dünya ile ilgimi kestiğim program, David J. Marks isimli Amerikalı bir ince marangozun yirmi dakikalık marangozluk belgeseliydi. Zannımca Bay Marks'ın hazırlayıp sunduğu az sayıdaki program tükenince tekrar be tekrar yayına sürüldü; buna rağmen zevkli seyrediyor, tekrarından bıkkınlık getirmiyordum. Derken günü birinde yayınına tamamen son verildi. Artık Home Tv'ye bakmıyorum bile.
Aslında sözü getirmek istediğim yer, seyredenlere bir şeyler öğreten, onları bir konuda üretken olmaya sevkeden, yeni beceriler ve meraklar kazandıran tipte yayıncılığın bizde niçin taklit edilmediği veya revaç bulmadığıdır. Vaktiyle Bob Ross adlı bir ressam öğretmenin TV 2'de yayınlanan "Resim sevinci" isimli yarım saatlik programının nasıl ilgi uyandırdığını hatırlayacaksınız. Programı Türkiye'de meşhur olduğunda Bob Ross'un çoktan vefat etmiş olduğunu biz sonradan öğrenmiştik ama seyirciler, Ross'un eğlenceli resim programlarını soluk bile almadan seyrediyordu. Böyle bir programı seyredip zevk almakla herkesin yağıboya resim takımı düzüp kırkından sonra ressamlığa başlaması gerekmiyor. Benim naçiz tesbitime göre seyirciler, ekranda bir şeylerin üretildiğini seyretmekten zevk alıyorlar; bu belki sıradan insanların üretim süreçlerinden uzaklığından hâsıl olan zihnî bir açlıktır. Yüksek üretim teknolojisi, üretimde insan emeğini azaltıyor ve giderek daha az sayıda insan üretici vasfını koruyabiliyor; buna mukabil tüketicilik günün yirmidört saatinde kışkırtılan bir vasıf haline geldi. Şimdilik izlenme rekorları kıracağını ileri sürmek iyimserlik olur ama insana üretici vasıflarını hatırlatan yapımlara büyük ihtiyaç duyulmaktadır.
Digitürk platformunki belgesel kanallarından da bahsetmeliyiz; bugünlerde en çok dikkat çeken yapımlar, yine üretim ağırlıklı belgeseller bana göre. Motosiklet yapımı veya eski model arabalardan yenisini üretmek (modifiye diyorlar) anafikri üzerine kurulan programlar, benim fikrime göre motosiklete veya Hot Rod tipi arabalara duyulan ilgiden değil, üretim süreçlerinin ekrana başarıyla yansıtılmasından ötürü dikkat çekiyor. Nitekim yerli NTV kanalında otomobil modifiyesi üzerine bir program başladığını hatırlıyorum ama zannımca üretim heyecanından çok, otomobil sporları ile ilgilenen seyircilere hitab ediyordu. Yerli kanallarımız "üretim televizyonculuğu" kavramı üzerinde pek durmadılar. Yaz sezonunda hayalet gibi görünüp kaybolan dekorasyon programları pek uzun ömürlü olmadı. Halbuki yerli kanallarda yayıncılığı çok iyi bilen kaliteli insanlar çalışıyor ve eğer rating endişesinden âzâde kalabilseler, üretim televizyonculuğunun en âlâ örneklerini gösterebilecek durumdalar. Televizyon yayıncılığında bütün dikkatler, günübirlik izlenme oranları hesabına göre yönlendirildiği için, televizyonun akış şemasına en düşük zevkli ama çoğunluğu teşkil eden seyirci profili yön veriyor.
Digitürk platformunun avantajı tam da burada işte; onlar yayınlarını parayla satıyorlar ve değişik zevklere hitab edebilme imkânına sahipler. Yayınlarını parayla satmalarına rağmen program aralarına ticarî reklam almalarını görmezden gelebiliriz ama işlerini dört dörtlük seviyede yaptıklarını söylemek zor. Doğru bir fiyat, pazarlama ve yayın siyaseti üzerinde karar kılmış olsalar, küçücük bir sabit yatırımla binlerce dünya televizyonunu seyretmek imkanı satın almasına rağmen fiilen hemen hiçbirini seyredemeyen uyducu kitleden büyük bir kesimini celbetmeleri işten bile olmayacak.
Ağustos böceği gibi yaşamak arzusu hepimizin içinde var; bu bizim süfli tarafımız ama gerçek mutluluk karınca gibi çalıştıktan sonra dinlebilmek zevkindedir. Televizyon yayınlarını yönetenlerin bu fikre bir an önce gelmelerini bekliyoruz.