Üniversitelerimiz aslında medrese mi?
"Bilim"in olmadığı yerde "bilimsel etik"in lâfı mı olur? Günlerdir bir ortaoyunudur sürüp gidiyor; soğuk algınlığında kullanılan bazı ilaçların beyin kanamasına yol açtığı gerekçesiyle ortalık çalkalanmakta; her kafadan bir ses çıkıyor.
Sağlık Bakanı, "Artık tartışmayalım, mesele kapandı." derken, bakanın her sözünü "ti"ye almakla geçimini temin eden bazı çevreler de halk sağlığının alenen tehlikede olduğu iddiasında.
İlaçtan, farmakolojiden, laboratuvar testlerinden anlamam; bu memlekette bir sürü üniversite, birçok tıp fakültesi, sağlık bilimleri enstitüsü var; tabib ve eczacıların meslek odaları var. Onlar anlamayacak da ben mi anlayacağım? Üstelik bu mesele, "Türkiye nasıl kurtulur" cinsinden her türlü saçmalığı kaldırmaya müsait bir sosyal mesele de değil. Bu kabil ilaçlarda kullanılan PPA diye bir madde varmış. PPA'nın muhteviyatı, özellikleri belli. Zaman içinde değişime uğramak gibi bir elastikiyeti yok. Onca masrafla yetiştirildikleri halde "geçinemiyoruz" yakınmasını asla terk etmeyen bilim adamlarımız, onca masraflarla kurulan laboratuvarlara girerler; sekiz-on koldan bu PPA maddesini analiz eder, muhtemel etkileri hakkında bilimsel bir rapor hazırlarlar ve mesele biter. Siz hiç meselâ sülfürik asitteki kükürtün oranı hakkında tartışma yapıldığını işittiniz mi? İşte bu PPA, sülfürik asit gibi kimyevî bir terkib netice itibariyle.
Peki bu tartışma niçin sürüyor öyleyse?
Şimdi farmakoloji ile uğraşan kişilerin şöyle mırıldanmaya başladığını duyar gibi oluyorum; "Hıh, aklına esen köşe yazarıyım diye çıkıyor bu memlekette; PPA ile sülfürik asit birbirine benzetilebilir mi hiç? PPA, bunca yıldır ilâç sanayiinde kullanılan bir bileşim; onun insan sağlığı üzerindeki etkisi yarım saatlik laboratuvar testiyle anlaşılabilir miymiş bakalım, lâf!" Âlâ, bu itiraza cevabım yok; ama mukabilinde şu suali sormak hakkım: Eğer Batılı bazı ilaç firmaları ikaz etmemiş olsaydı, yüzbinlerce insan bugün PPA ihtiva eden ilaçları şifa niyetine içecek miydi; içinizden herhangi bir uzmanın veya enstitünün PPA'nın zararlı yan etkileri hakkında bir şüphe geliştirmesi mümkün olabilecek miydi? PPA'nın zararlı veya şifalı olması doğrusu şu anda hiç önemli değil; önemli olan Türk bilim adamlarının ne kadar "bilimsel bilgi" üretmeye muktedir olduklarıdır!
Niçin halk sağlığını bu kadar yakından ilgilendiren "maddî bir vâkıa" üzerinde Türk bilim çevreleri tartışmaya son noktayı kesecek kesinlikte bir cevap üretemiyor? "Onlardaki laboratuvarlar bizde olsa... Bizde bir laborantın kaç para maaş aldığını biliyor musunuz siz; tahsilatlar yetersiz, yurtdışına eleman gönderemiyoruz; bütçe imkânlarımız sınırlı vb." Eğer muhtemel itiraz bu ise artık şapkayı önümüze koyup gerçeği itiraf edelim. Türk bilim çevreleri, "evrensel bilgi dağarcığı"na hemen hemen hiçbir şey katmıyor: Paradigmalar Batı'dan geliyor, teoriler Batı'dan geliyor, yöntem Batılı, âletler Batılı. Bizim yaptığımız şey ithal paradigma, teori, metot ve âletleri aynen iktibastan (veya tercüme veya ithal) ibaret. Bizim bilimdeki gayretimiz yatay bir seyir gösteriyor; mevcut paradigma ve teorileri Türkiye'de yeni tatbik sahalarına taşımak, öğretmek, çoğaltmak ve şerhetmek; işte hepsi bu. Halbuki bilim yatay seyirle değil, dikey sıçrayışlarla, paradigmalar arası geçişle "gelişebiliyor". Bizde her yeni paradigma değişikliği, -hele bir Türk tarafından teklif veya işaret olunmuşsa- evvela istihzâ, sonra hakaretle karşılanmakta. "Yatay seyir"le bilimsel bilgi çoğaltmak alışkanlığı, Türk bilim çevrelerinin en büyük mahpesi.
Son üç yüzyılda Osmanlı medreseleri bundan farklı bir "bilgi üretimi" arayışı içinde değillerdi: "Zeyl, haşiye ve şerh" geleneğinin en emin yol olarak tercih edilmesi Osmanlı medreselerinin canına okudu. Değil fennî sahada, dinî ilimlerde bile büyük üstat ve imamların en mükemmel terkibi yaptıkları gerekçesiyle mevcut birikimi dondurup sadece "teksîr" ile yetinmenin bedelini, sırf fennî sahalarda değil, beşerî ilimlerin bütün şûbelerinde Batılı paradigmaları muallim kabul ederek ödedik. Bilim ve bilgi üretmekle görevli kuruluşlarımızın metot ve muhtevâ itibariyle medreseden farkı yok; artık bu hakikatin farkına varmalıyız.
Meselenin tafsilatı uzun; ama şu kadarını kestirmeden söyleyebilmek mümkün: Bilgi, onu üreten muhitin dünya görüşünü aksettirir; "bilimsel" bile olsa bilgi, tarafsız ve nötür değildir; başkasının ürettiği bilgiyi kullanmak zorunda kalanlar, bilimde "yatay seyir"e mahkûmdur ve eğer bir bilgiyi siz üretmemiş iseniz, onun niteliği hakkında da hüküm veremezsiniz.
Meselâ PPA'da olduğu gibi!