Ulusçular samimi, ya milliyetçiler?
Terslik, kavramın Türkçe'ye tercüme edilirken seçilen karşılığından çıkıyor; Nasyonalizm'in Türkçe karşılığı olsa olsa, bugünlerde yıldızı parlamaya başlayan "Ulusçuluk"tur. Halbuki milliyet kelimesinin kökünü teşkil eden "millet", menşe' itibariyle Kur'âni ve Arapça bir kavram.
Kur'an'dan bir kelime alarak modern zamanların sanayileşmiş topluluklarında görülen ve iç pazarı bütünlemeyi hedefleyen bir akımı nitelemek yanlıştı. Kur'an'ın "millet"i, inanç eksenli toplulukları târif eder. Niteleyenle nitelenen arasında kelebek ağıyla geyik yakalamaya kalkışmak derecesinde fark var.
Mâlum-i âliniz Nasyonalizm (yani doğru karşılığı ile Ulusçuluk), seküler bir muhteva içinde anlamını bulur. "Ulus", inananların topluluğu değildir, uzak yakın dini bir hedefi yoktur; tam tabiriyle lâik bir inşâdır. Ulus'un tarifi, dine bağlanarak izah olunmaz, kitâbi dinlerin henüz neş'et etmediği tarih öncesine, esâtiri devirlere, destanlara kadar uzanır gider. Bu vurgu, devletin resmi milliyetçilik diskurunda açık-seçik görülür, bârizdir.
Aklınız karışmasın; Türkiye'de milliyetçilik bir kavram üzerinde en azından iki ayrı vâkıâ olarak doğdu ve gelişti. Cumhuriyeti kuran irâdenin milliyetçilik programı, (hani o CHP'nin altı okundan birini temsil eden umde) ayrı bir şeydir; kırklı yıllardan başlayarak nisbeten sivil bir temel üzerinde gelişen ve Türklüğü İslâm'dan ayrılmaz bir cüz kabul eden tepkici milliyetçilik daha ayrı bir şey. Lugâtsiz tartışıyoruz derken kasdettiğim açmazlardan biri de budur. Kavramların adını doğru koymazsanız, günün birinde dünün Maocularını, su katılmamış Kemalistleri ve milliyetçilik deyince "Türk-İslâm sentezini anlayan milliyetçileri aynı salonda kol kola görür, şaşarsınız.
Lugâtsiz yaşamanın en hafif bedeli şaşırmaktır; daha ağırı da yok değil.
Nasyonalizmin doğru ve isabetli karşılığı Ulusçuluk'tur; muhtevası yukarda zikredildi. Bugünün Ulusçuları toplum değil devlet merkezli, seküler muhtevalı, devleti topluma karşı korumayı öngören Jakoben bir dâvâ güdüyorlar. Tesmiye olundukları şeyle talepleri birbirine sâdık ve mutabıktır; kendi zuumlarınca samimi ve doğru bir şey yapıyorlar.
Peki milliyetçiler ne olacak?
Milliyetçiler oturup, vaktiyle çalışmadıkları derslerini çalışacaklar; kendilerini yeniden târif, tasnif, tetkik ve tesbit edecekler. Milliyetçilik adına hangi unsurları aynı sepete koyduklarına bakacaklar. Milliyetçilik sıfatında ısrar edeceklerse, bugünden geriye doğru "millet"in izini sürecekler. Rastladıkları kavramları birer birer tutup muayene edecekler; kavm, budun, hanedan, aşiret, hükümet, soy, sop! Sonra kendi duruşlarını, 18. yüzyılda Avrupa'da zuhur eden Nasyonalizm cereyanı ile kıyaslayacaklar. Batıda "Nation"un zuhuru ile bizim tarihimizde "Millet"in hangi tarihlerde nasıl kesiştiğine bakacaklar.
Bitmedi.
Sonra "devletle toplum" arasındaki yerlerini kontrol edecekler; kalplerine sorup devlete karşı toplumdan yana tavır almanın veya topluma karşı devlet fikri üzerinde yoğunlaşmanın isabetine kanaat getirecekler. "Hürriyet" kavramının kendileri için ne mânâ ifade ettiğini yoklayacaklar. Bugüne kadar savunulagelen milliyetçilik kavramının, milliyetçiler arasında niçin metîn bir "kamu ahlâkı"na dönüşmediğini sorgulayacaklar. Meseleye kültür penceresinden yaklaşıyorlarsa, toplumun kültür birikimini niçin bütün kodlarıyla şakır şakır okuyamadıklarını merak edip kendilerini sigaya çekecekler. Kısaca tesmiye olundukları şeyle, talepleri arasındaki samimiyet ve sıhriyet ilişkilerini istifsar edecekler.
Bu işin zor ve değerli yolu; kolay ve ucuz olanı ise, deprem çadırının kazıklarını berkitmek!