Üç korner, bir penaltı

Tâbiri moda olduğu için kullanıyorum; "Kriz konsepti"mizin boyutları artık belli olmuştur: Biz, gerçek krizleri algılayamayacak kadar mahallî bir evren kurmuşuz kendimize. "Mahalli evren" olur mu demeyiniz; bütün kainatınız mahallenizden ibaretse olur.

Hadisenin üzerinden bir hafta geçti, mümkün mertebe soğukkanlı bir değerlendirme yapmayı deneyebiliriz. Dışişleri Bakanlığı'nın elçiliklere gönderdiği genelge (ki gerçek mahiyetini hâlâ bilmiyoruz), başta Genelkurmay olmak üzere devletin "atama" ile gelen aksâmında "derin" bir tepkiyle karşılaştı ve buna resepsiyon hadisesi de eklenince bir hafta süreyle kendi mahallemize kapandık. Ortada hakiki mânâsıyla bir kriz var mıydı, tartışılır. Aynı hadiseyi, demokrasiyle yönetilen bir başka ülkeye taşıyarak bakınız meseleye; kriz olup olmadığını anlarsınız. Demokratik kültürün hâkim olduğu bir ülkede böyle kriz olmaz; meselâ İngiltere'de, genelkurmay başkanının hükümet atamalarını ve dışişleri genelgelerini hassasiyetle takip ettiklerini, bundan büyük sıkıntı duyduklarını ve gerekeni yapacaklarını belirten bir açıklama yapması siyasi krize sebep olmaz. Evvela herkes büyük şaşkınlığa uğrar. Haber editörleri, böyle bir haber metnini kamuoyuna nasıl sunacaklarını şaşırırlar (Cromwell devrinin haber editörleri müstesna; yani bundan 400 sene öncesinden bahsediyorum. Velev ki seçilmiş hükümet böyle bir icraatta bulunmuş olsa bile sistem böyle bir tepkiyi hoş görmez. Her halükarda bu sözler kriz yaratabilecek ağırlıktan mahrum bulunur vb.)

Ne var ki devletin Irak'ın toprak bütünlüğü üzerine bina edilmiş bütün stratejileri, geçtiğimiz bir ay içinde yerle bir olmuştur ve bu gerçek bir krizdir; böyle krizler demokratik kültürün tabiileştiği ülkelerde en azından toplu istifalara sebep olurdu; nitekim Çin Sağlık Bakanı Zhang Wenkang, "SARS" virüsünü kendi icad etmediği halde krizin sorumluluğunu üstlenerek istifa etmiş bulunuyor ve üstelik Çin, henüz bizim kadar "demokratik" bir ülke bile değildir!

Peki kim istifa edecek? Bizde kriz hallerinde istifa akla gelmez, zira dere geçerken at değiştirmeyi tehlikeli buluruz. Aslına bakılırsa biz, epeydir dere geçmeyi de tehlikeli bulduğumuz için kendi ellerimizle icat ettiğimiz mahalli krizlerle oyalanıp gitmekteydik; meselâ 28 Şubat gibi, başörtüsü meselesi gibi, Anayasa kitapçığı fırlatmak gibi... Irak meselesinde öngörülerimiz duvara çarpınca şaşırdık ve alelacele bunun gerçek bir kriz olmadığına karar verdik. Geçen hafta bir kaşık suda kopardığımız fırtınalar ise, hâlâ kendi âlemimizde yaşıyor olduğumuzu sınamak için kendi kendimizi çimdiklemekten, uyanık olup olmadığımızı denetlemekten ibaret bir manevraydı. Netice olumludur; çok şükür hâlâ kendi küçük dünyamızda yaşayıp gidiyoruz.

" Güç santrallerinde arıza yoktur merkez..., anlaşıldı tamam!


Nouma meselesi mühim, çünkü yağlı güreş tâbiriyle hepimiz "açık düştük". Nouma'nın yaptığı, aklıyla barışık birinin zihninden geçmeyecek kadar çirkindi kabul; adamın ikinci kere getirilmesi büyük hataydı kabul; kaç kişi olduklarını bilmediğimiz "BJK taraftarları"nın Nouma'yı hâlâ sahiplenişinde bir garâbet vardır, o da kabul. Lâkin insaf, spor, daha doğrusu futbol kamuoyu ne zamandan beri yüksek ahlâk kriterleri ile donandı da bizim haberimiz olmadı. En ufağı, şu hakem eskilerinin yaptığı bol küfürlü, âmiyâne teşbihli, basit, kışkırtıcı ve seviyesiz tartışma programlarına bakmalıydık bir kere; bu konuşmalardaki ahlâkî standardı Nouma'nın jesti ile karşılaştırırsak yüzümüz kızarır. Peki, muhterem, en yüce, ulu ve büyük tribün seyircilerine ne demeli? Koro halinde birilerinin en sevgili varlıklarına hakaret ederken mikrofonların sesini kısmak veya dandik bir saha anonsu yaptırmak vicdanımızı rahatlatıyor mu? Al yöneticisini vur hakem eskisine, al futbolcusunu vur futbol yazarına, al taraftarını vur federasyonuna! Bu camia ne zamandan beri yüksek ahlak kriterlerinin müdafii kesildi de haberimiz olmadı?

"Fair play" dedikleri kurallar evrensel ahlâk ve centilmenlik kaideleridir ve sadece futbolcuları değil, herkesi ilgilendirmelidir. Bu oyunun nihai gayesi, zannedildiği gibi şampiyonluk filan değil centilmenliğin tabiat haline getirilmesidir. "Bizim takımda ikincilik bile başarısızlıktır" diyebilen bir futbolcunun ve temsil ettiği camianın centilmenlikten ne anladığına rahatlıkla karar verebilirsiniz.

Futbolun bahsi güzel ama onun hayatla ilişkilerini sağlıklı bir üslupla kurabildikten sonra; aksi takdirde futbol kendi başına mânâ ifade etmiyor!


Kriz algılaması veya Fair play; birileri çıkıp söylemeli ki, dünyada üç kornere bir penaltı çektirilmiyor artık!


Kaynak (Arşiv)