Üç alternatif daha var...
Sual şu: "Amerika'yı gözden ırak tutmadan Rusya ve İran'ı da içine alacak bir arayışa girmeliyiz!" sözünü başkaca hangi ağız söylemiş olsaydı bu derece etki uyandırabilirdi? Bu sorunun üç cevabı var: Cihet"i Askeriye, Cihet"i Askeriye, Cihet"i Askeriye! Görüldüğü gibi dış politikada yeni stratejiler geliştirmek için en azından üç farklı alternatife sahip bulunuyoruz.
Bu düşünce beni teselli ediyor, rahatlıyorum; eğer aksi olsaydı ve Türkiye'de sadece MGK Genel sekreterliğini üstlenen orgeneral yeni stratejik yönlendirmelere çığır açan etkili sözler sarf edilme lüksüne sahip bulunsaydı üzülecektim.
Hayır, meselenin muhtevası beni ilgilendirmiyor; "okuyucular da bilir ya" dış politikadan anlamam. Dolayısıyla benim için "İran ve Rusya ile alternatif pakt kuralım" teklifinin "Amerika'yı da sarf"ı nazar etmeden" Bulgaristan ve Etiyopya ile siyasi birliğe gitmek tasavvurundan farkı yok. Dış politikadan anlamam dediysem de en azından "Amerika'yı göz ardı etmeden..." ibaresiyle başlayan her yeni alternatif işbirliği teklifinin en azından ciddiye alınmaya değer nitelikler taşıdığını kestirebilirim. İşin bir ucunda ABD olduktan sonra faka basma riski sıfırlanmış demektir çünkü. Evet, anlamam ama maaşallah benden maada herkes dış politikadan anlıyor; meselâ bakıyorum başta hükümet erkânı ve Dışişleri yetkilileri olmak üzere bilcümle siyasi partiler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları, gazete yazarları filan mesele hakkında ilgili ve bilgili bir tutum takınma yarışı içindeler. Tutumlar ikiye ayrılıyor: a" Niçin olmasın? b" Olacak iş mi yahu? Lakin ben belki de dış politikadan hiç anlamadığım için meselenin tamamen uzağında bir küçük ayrıntıya kafayı takmış durumdayım ve bu meseleye yazının ilk cümlesinde işaret ettim: "Bu sözü başkaca hangi ağız söylemiş olsaydı bu derece etki uyandırabilirdi?"
Onca ilgili ve bilgili zevat içinde şu benim kıytırık hassasiyetimi bölüşen bir ferd"i vahidin çıkmaması, onlarda değil bilakis şu fakirde birtakım zihni altyapı eksikliklerinin varlığına delâlet eder. Meseleyi biraz daha anlaşılır hale getirmek için aynı mantık sâfiyetiyle bir yan sual sormama müsaade buyurunuz: "Meselâ Dışişleri Bakanımız böyle bir cümle sarf etseydi, aynı gün bu kadar etki uyandırır mıydı?" Diyelim ki birisi çıkıp "gayet tabii, sen ne zannediyordun" demiş olsa pimpiriklik halim sona erecek ben de hükümetin devlet adına her türlü siyasi maslahatı yürütmeye yetkili ilk ve son merci olduğuna inanan sair vatandaşların itminanı ve kalp huzuru ile "niçin olmasın" veya "olacak iş mi yahu?" kamplarından birini seçerek zekâ idmanına iştirak edeceğim.
Niçin yalan söylemeli, böylesine geri bir zihnî tutuma saplanıp kaldığım için komplekse kapılıyorum. Psikiyatriye inansam doktora gideceğim neredeyse.
Tabii bu arada okuyucularımı yanıltıyor durumuna düştüğüm için özür dilemem gerekiyor; aslında tamamen mâsum sayılırım zira bize vaktiyle mektepte gördüğümüz yurttaşlık bilgisi dersinde böyle öğretmişlerdi ve özetle demişlerdi ki, "böyle işleri, milli irade adına işleri yürüten hükümet deruhte eder!" Tabii bu hüküm, sair mercilerin mühim siyasi meseleler hakkında fikir beyan etmeyeceği anlamına gelmiyordu fakat koca ülkenin gideceği yolu tayin etmek gibi mühim bir meselede hükümeti bile sadece fikir beyan edecek durumunda bırakacak bir başka anayasal mercinin olmadığını da hatırlatıyor. Kafa karışıklığımın sebebi, kitapta yazılı olan şeylere karşı çocukça bir safiyet beslememden kaynaklanıyor.
Keşke vaktiyle icazet aldığım medresede dişimi sıkıp iki sene de siyaset dersi alsa imişim! En iyisi ancak devlet büyüklerinin akıl"sır erdirebileceği bu gibi ince meselelerden uzak durmak. Netice itibariyle büyüklerimiz neyi tensip ederse bizim için doğrusu odur.
İyi oldu canım, bu Avrupa Birliği'ni gözüm hiç tutmamıştı zaten!