Tutmaaaz!

Olmaz, işte bu olmaz gençler; en azından bizim kuşak, yani orta yaşları hafifçe geçenler, "gençtir, ne yapsa yeridir" yaklaşımına pabuç bırakmaz. Halkın Yükselişi Partisi Genel Başkanı Yaşar Nuri Öztürk'ün İzmir çıkarmasına iştirak eden 100 kişiden bazı gençler, "Hem hoca hem başkan olmaz, sadece başkanım diyelim" şeklinde bir politik umde vaz'etmeye kalkışmışlar.

Yanlış, "hoca" bugünlere hocalık unvanıyla geldi. "Genel başkanlık" arzusunu anlayışla karşılarız ama iki şapkadan birini tercih etmesi gerektiğinde genel başkanlığa ne kadar hâhişkâr ise de hocalıktan vazgeçebileceğini ummak, safdilliğin dikâlâsı olur. Şöyle bir ortalığa bakınız; genel başkan çok ama hocalık sıfatının bütün çeperlerini hakkıyla doldurabilen kaç kişi sayabilirsiniz? Evet, bugünlerde dolmuş şoförleri bile ücret vermeyi unutanlara "hocam" diye hitab ediyorlar diye hocalık unvanının ayağa düştüğünü sanmayınız. Bizde ahali hoca bildiğinin peşini kolay bırakmaz.

Lâf "gençtir, ne yapsa yeridir" yaklaşımından açıldı ya, denk düşmüşken bir dikkatimi sizlere arz etmek isterim. Geçenlerde psikoloji profesörlüğünden hocalığa terfi eden yeni bir televizyon yıldızının stüdyo misafirleriyle yaptığı programa göz atacak oldum: Beş dakika sonra kanım tepeme çıktı. Vaziyet şu; "üniversiteye hazırlanan gençlere ana-baba nasıl yaklaşmalı" konusunda hoca, hayranlarını irşâd ve dilşâd ediyor. Tâbirleri tartarak seçtim çünkü stüdyoyu dolduran misafirler, ortada yerde theatral jestlerle ayaküstü "Psikolojizm" tebliğinde bulunan "hoca"yı hayrandan da öte mestâne bakışlarla takib ediyorlar. Hani nasıl tâbir ederler, "gassal önünde meyyit " gibi. Hoca ise psikolojizm sadağından üçer-beşer destelediği okları Mamçakoğlu Cüneyit Bey gibi tek atışta düşmanların annacına annacına mıhlayıveriyor. Özetlersek, ebeveyn ne yapsa suçlu, ne söylese hatâlı; gençler ise daima mağdur, mazlum ve haklı. Tüylerimi diken diken eden nokta, stüdyodaki ebeveyn kılıklı insanların, hocadan fırça işitirken, "valla haklısın hocam, bizi öldürmeli, dövmeli değil" makamından tasvibkâr bir edâ ile kafa sallayıp durmaları.

Geçiyoruz, esas mesele o değil zaten. Esas mesele Yaşar Nuri Hoca'nın İzmir çıkarmasında topu topu yüz kişiyle karşılanmış olmasının anlamı. İzmir ki, bu memlekette her nevi muhalefetin merkez muhacim (santrfor) mevkiinde yer tutmuş bir vilayetimizdir (Engin Ardıç'ın İzmir'in muhalif tabiatını irdeleyen güzel değerlendirmesini önemle kaydediyorum); HYP Genel Başkanı'nı karşılamak için bu kadar az sayıda kişinin işini gücünü terk etmesi müessif bir haldir. Hoca, sair zamanda konferans için gitmiş olsa bile bunun birkaç katıyla teşcî edilmez miydi?

Belki de kabahatin mühimce bir kısmı İzmirlilerin değil Hoca'nındır. Partiyi kurmazdan evvel ana prensipleri izah eden kitapçığı etiket fiyatıyla halkımızın istifadesine sunduğunu öğrendiğim gün, "bu iş tutmaz" diye hayıflandığımı hatırlıyorum. Bu memlekette hiçbir partici, partisinin prensiplerini öğrenmek için asla, a- para vermez, b- bedava edinmiş bile olsa okumaz. Siyasi kültürümüzün bu yaman çelişkisini bilmeden meydanlara atılmak, nasıl bir devrimci anlayıştır; tahlilinde zorlanmaktayım!

Üstelik hoca hâlâ meseleyi kavrayabilmiş görünmüyor; diyor ki, "Bu hareket tutar, çünkü para yok. Çuvalla paramız yok. Bu bizim meziyetimiz, bununla gurur duyuyorum."

Âlâ; Haleb ordaysa arşın meydanda. Yıllardır siyasi tarih ile meşgul olurum; kendi kendini finanse etmiş bir siyâsi hareket hatırlamıyorum. Bizde kaidedir; "el eli yıkar, el de döner yüzü yıkar". Hoca henüz işin başındayken her iki şapkayı da önüne koyup, samimi dostlarının ivazsız tavsiyelerini ve rahmetli Osman Bölükbaşı'nın siyasi kariyerini de kaale alarak uzun uzun düşünmeli.

Ah hocam, vaktiyle Deniz Baykal bile size "hocam" diye hitab ediyordu. Kıssadan hisse, hocalık başka, genel başkanlık ayrı bir vâdi!


Kaynak (Arşiv)