Türk'ün siyasetle imtihanı

Şöyle düşünebiliriz; bu kriz kaçınılmaz mıydı, ertelenemez miydi, onun varoluş sebebi hakikaten mâkul bir zemine dayanıyor mu? Doğum sancısı tabiidir ve mâkul bir sebebi vardır; bu krizin katlanmamız gereken sonuçları bize ne kazandıracak? Ayrıntıların leziz berzâhında kaybolup gitmeden önce soğukkanlı bir kriz tahlili yapmaya ihtiyaç var.

Evvelâ krizin başlıca aktörlerini bir "devlet adamlığı" testinden geçirmeyi deneyelim; kalburun üstünde kim kalır? Devlet dedikçe mangalda kül bırakmayıp, seçmen kitlesi üzerinde bâtınî bir tesir inşâsına kalkışan niceleri, bundan on veya yirmi sene sonra, bugün kendilerine çok mânidar ve kaçınılmaz görünen siyasi manevralarının gerçek çaplarının zannettiklerinden çok daha ufak olduğunu fark edince ne hissederler? Çalakalem siyasetçiden değil devlet adamından bahsetmeye çalışıyor ve ilk paragraftaki sualleri tekrarlıyorum; olup biten ve bundan sonrası için vukûu muhtemel her kriz sahnesi, bana, çocukları kavga ettiği için yıllarca birbirine darılan ve kan davası güden aşiretlerin hâlini hatırlatıyor. Çocukça şeyler bunlar. Ardında sahih bir dünya görüşü farklılığı, ciddi bir içtihat anlaşmazlığı yok. Avrupa Birliği imiş; gülünür.

Türk seçmeni, beceriksizliği ve başarısızlığı cezalandırmayı bilmiyor veya en azından henüz öğrenemedi; 1999 seçimlerinin sonuçları, millî irâdenin dramatik tarzda tecellisinden ziyade gagasına tutuşturulan fırçayla resim yaptığı ileri sürülen yunus balığının tablosunu andırıyordu. Nitekim siyaset gözlemcileri bu kahve falını yorumlarken buna benzer şeyler söylediler: "Hımm, nonfigüratif bir çalışma... leke efektleri çok ustalıkla dağıtılmış azizim... hele fırça darbelerinin asimetrisi, geleneği çığır açıcı bir cesaretle eleştiren bir eda taşıyor..." Yine öyle olacak galiba; günün birinde sandık önümüze konulduğunda yine kafa karışıklığına düşecek ve yine kendimizi mağdurlarla beceriksizler arasında tercih yapmak zorunda hissedeceğiz. Şu küçük çaplı kayıkçı krizinin bile mağdurları, daha şimdiden sâbıka kayıtlarını kaş"göz arasında tahrif edip bulandırarak kamuoyuna merhamet sinyalleri göndermeye başladılar bile: Hasta, güçsüz ve en yakınları tarafından terk edilmiş bir siyaset bilgesi, onun vefakâr, sabırlı ve suskun eşi, evden kapıdışarı edileceğini anlayınca pencereden atlayarak "ben zaten gidiyordum" diye tafralanan bir hayırsız evlât. Diğer tarafta onbir sene müddetle sadakâtle hizmet ettiği efendisi tarafından zelilâne kapıdışarı edilen mazlum ve mâsum bir hizmetkâr, az ilerde "benim yerime evlâtlığa revâ gördüğün çocuk bu muydu?" diye küsüp isyan eden bir vekilharç. Doğrusu bu bizim kriz, salaş taşra turnelerinde "Arabın intikamını" oynayan beşinci sınıf tiyatro truplarının fecâyi' müsâmerelerine döndü ve biz hangi aktör için ne kadar gözyaşı sebil edeceğimizi şaşırdık.

Hele bir de şu abes krizin tam orta yerine bir AB dekoru yerleştirilmez mi; babalarının kasasını soyan hayırsız evlâtlar aslında kötü çocuk değillerdir; onlar ulvî bir gâye uğruna babalarının kasasını soyan ve orada muhafaza edilen nüfus kâğıtlarını alarak Almanya'ya işçi yazılmak için kötü yola düşmüş gibi görünen nâmuslu delikanlılardır. Bu kadar "fecâyi"e kötü adam da lâzım; kimdir kötü adamlar? Efendim bu mesele, sizin bakış açınıza göre değişen bir keyfiyettir; esasen oyunun rejisörünün maksadı da budur; kartlar yeniden karıştırılmakta, kabak tadı veren roller yeniden dağıtılmaktadır. Bir önceki oyunda desteden maça kızı çekemediğiniz için kaybetmiş olabilirsiniz ama her oyun yeni bir başlangıçtır ve maça kızı veya karo bacağı bu defa sizin için yeni oyunda "per"i tamamlayan joker görevi görebilir.

Sahi, jokeri unuttuk değil mi? Fecâyi'de bir de joker var. Şu saat itibariyle jokerin hangi elde "per"i tamamladığı henüz meçhuldü. Gariptir; masadaki bütün aktörler jokeri, yani büyük fedakârlıklarla Amerika'dan getirtilmiş bulunan vazgeçilmez adamı kendi saflarında addediyorlardı.

Bitmedi; "vampiye" karakteri unutmuş değiliz; bir günde dört kere ve "münasebet alır mı almaz mı" diye düşünmeden "benim ABD'nin Irak harekâtı esnasında başbakan olmam lâzım" diyerek kapı kapı dolaşan bir fecâyi' aktristi daha var; yüzü artık makyaj tutmayacak kadar yorgun görünüyorsa da kâğıtlar yeniden karılırken o da kaosa kendi çapınca katkıda bulunarak, "kırk gün taban eti, bir gün av eti" fehvâsınca nasibini arayıp durmakta.

Uzatmayalım; bana göre bu nonfigüratif tablo, derûnunda bâtınî remizler taşıyan bir dram düğümlenmesi değil bizatihi abesin kendisidir. Lâkin kabahati bütünüyle siyaset ehrâmının tepesinde tutunanlara yükleyip "şu milletin ne de kara bahtı varmış" diye sızlanmaya taraftar değilim; bu, Türk'ün siyâsetle imtihanıdır; dramın vodvile, trajedinin komediye dönüşmesinde seyircinin payı ihmâl edilemez. Bizde seyirci, başarısız aktörü protesto etmek için yanında bulundurduğu bayat yumurta ile çürük domatesi, gerektiğinde sahneye fırlatmak yerine omlet yapıp yemeyi tercih edince, oyunda kaliteden eser kalmıyor tabii.

Mide fesadı kaçınılmazdır.


Kaynak (Arşiv)