Türklüğü yormasak...
İnsan haklarına saygılı bir siyasi rejimimiz olsaydı ve millî gelir bakımından yurttaşlarına refah vadeden bir ülke hâline gelebilmiş olsaydık, hayli zamandır yokuşa sürdüğümüz şu “Türklük” kavramı, bu kadar konuşulmazdı gibime geliyor.
ABD’de Amerikan, Almanya’da Alman, İngiltere’de İngiliz olmak, aslen öyle olmayanların sinirine dokunmuyor nedense, aksine hafif gururla karışık bir sahiplenmeye yol açıyor. Türkiye’de Türk kelimesi üzerinde belirgin bir psikolojik baskı meydana getirildi. Sözün gelişi, “Türk toplumu” denilmek gereken yerde, “Acaba birilerini incitir, istemeden de olsa dışlar mıyız?” yollu bir çekingenlik kendini hatırlatıyor; giderek “Türk”, bir tamlama unsuru olarak tereddütle karşılanır bir kelime hâline geliyor.
Haksız ve yanlış; yanlışlığın resmî ideolojiden kaynaklanan dayatma faslını kimse inkâr etmiyor. Okullarda çocukları her sabah, “Türk’üm, doğruyum...” sözleriyle başlayan bir yemine mâruz bırakmanın hoş görülecek tarafı yok, kezâ dağlara-taşlara Türklüğü abartı derecesinde öven vecizeler yazmak da öyle. Cumhuriyet’in ilk zamanlarda takib edilen, herkesi Türkleştirmek politikası terk edileli yıllar oldu. Artık kimse çıkıp, “Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür, Türk olmalı, ille de Türkçe konuşmalıdır; zaten bütün kavimler Türk kökenli olduğuna göre sair mensubiyetleri hatırlamanın yeri yoktur” demiyor. Belirgin bir mesafe alındı. Türk milliyetçiliği de zaman içinde değişim geçirdi. Bu fikriyatı savunan partiler bile, şovenist ve dışlayıcı bir Türkçülük edebiyatı yerine nispeten yerli kültür değerlerini savunan bir çizgide konuşmaya başladılar. Bunların hepsi iyi işaretlerdir.
Eğer dünya gözüyle görmek nasip olursa yeni anayasada Türk kavramını, 1982 ve ondan öncekilerde olduğu gibi yersiz ve abartılı ölçüde kullanılmak konusunda mutedil davranmak gerekir. Devletin, vatandaşın kimliğini tarif etmesine gerek yok; vatandaşlığının nasıl kazanılacağı hakkında teknik bir çerçeve tercih etmek yetecektir. Üstelik, Türklüğü anayasa teminatı altına almanın ona iyilikten ziyade zarar getirdiğini de hep birlikte gördük ve kabul etmeliyiz ki, vaktiyle rejimin Türklük üzerine bunca vurgu yapmak ihtiyacını duyması, aşağılık duygusunun bir yansımasıydı. Kendinden emin olanlar, kendi özelliklerinden uzun uzadıya bahsedilmesini sevimsiz bulurlar çünkü.
Öyleyse itirazları abartmanın da lüzumu yoktur; her tabiri anayasada zikrederek yeni bir lugat yapmıyoruz. Anayasada tâdâd edilse de edilmese de yeri geldiğinde yine eskisi gibi Türk yargısı, Türk futbolu, Türk anayasa düzeni, Türk folkloru, Türk müziği demeye devam edeceğiz; bu kavramlarda Türk’ün yerine konulacak alternatif bir kelime yok. Ülkenin adı, birileri beğense de, huysuzlansa da yine Türkiye olarak kalacak. Millî futbol takımının maçlarında -ben artık eski heyecanımı kaybetsem de- yine “Türkiye”yi tutacağız. Basında yine “Türkiye’nin millî geliri, Türk dış politikası denilmeye devam edilecek. Elbette öyle olacak çünkü bu kullanım biçimlerinde sadece niteleme var, “öteki”ni dışlama, aşağılama, yok sayma gibi imâlar değil...
Türklüğü yeterince yormuşuz zaten; Balkan Harbi’nden bu yana Türk milletini -yüceltmek demeyelim de- eziklik duygusundan kurtarmak için başvurulan abartılı övgünün lüzumu kalmadı. Türklerin kendi başlarına bağımsız bir devlet kuramayacak derecede ‘geri’ bir topluluk olduğunu ileri süren saçma-sapan iddialar tarihin çöplüğünde çürüyor. Milliyetçilikte kantarın topuzunu kaçırdığımız devreler de dâhil hepimiz gördük ki, adına Türkler denilen topluluk ne diğerlerinden zayıf ve kabiliyetsiz, ne de üstün ve parlak bir cinsin adı değildir; herkes nasılsa Türk de öyledir. Aşağılık duygusuyla hamâset ve edebiyata asıldığımız günler geride kaldı.
Asabiyyet dâvâlarının sabah akşam konuşulduğu ve daha beteri olmak üzere kavga sebebi teşkil ettiği toplumlar, “delikanlı” toplumlardır biraz; övgü gibi anlamamalı bu delikanlılığı, acemilik olarak algılamalı. Herkesin bir etnik aidiyeti var fakat sadece ona tutunmak ancak bir delikanlıda hoş görülebilecek ârızalardandır; ergenlik sivilcesi gibi.
Hep birlikte mutlu ve iyi bir gelecek kurmak istiyorsak, kabın ismini değil içini mesele etmeliyiz; kabı iyi ve doğru şeylerle doldurmak gerek.
Gelin Türklüğü yormayalım; her değer, kendi hacmi ve ebadınca değerlenmeli.