Türklerin en büyük düşmanı siyasetsizliktir
Amerikalılarla hiç bu kadar etle tırnak mesâbesinde yakın olmamıştık. Güneydoğu'da pek çok yerde Amerikalılar şimdilik "sempatik komşu" mevkiinde.
Âdettir yeni komşulara yemek gönderilir, çay"börek ikram edilir, "bir ihtiyacınız var mı, çekinmeyin" diye hâl"hatır sorulur. Görünüşe göre an'anevi misafirperverliğimiz devam ediyor. Ajanslara şimdiye kadar yeni komşularla mahallenin eski sâkinleri arasında vuku bulmuş bir maraza, bir patırtı haberi düşmedi. İskenderun Limanı'nda hırçın bir "go home yankee" gösterisi yapan TKP'liler hariç tabii; günün birinde TKP'lilerin bana bu kadar sevimli görüneceğini rüyamda görsem hayra yormazdım.
Kuzey Iraklı Kürtlerin, "Amerikan askeri gelsin lâkin Türk askeri istemeyiz" yolundaki beyanları artık günde birkaç defa tekrarlanmaya başladı. Irak Türkmenleri adına konuşan Doç. Dr. Suphi Saatçi, bu tavrı eleştirerek tam aksine Irak Türkmenlerinin böyle bir hengâmede kendilerini ancak Türk askerinin varlığıyla güvende hissedebileceklerini açıkladı. Bu iki tavır, Türkiye açısından ABD'nin yapacağı Irak harekâtının aslında bir Kuzey Irak problemine kilitlendiğini gösteriyor. Ne derece doğru olduğunu bilemeyiz ama Amerika'nın Irak'ta iki milyon memura maaş dağıtacağından, "demokratikleşmesi" için Irak'ı yıllarca doğrudan idare edeceğinden söz eden haberler de artmaya başladı. Şimdi Saddam'la değil, Amerika'yla uzun yıllar hudut komşuluğu yapacak olmanın tedirginliği içindeyiz. Tedirginiz, zira bölgedeki yeni komşumuzun basiretinden, hatta bir yönetici akla sahip olup olmadığından şüphe duyuyoruz. Bir ülkenin müttefikine güven duyamaması berbat bir şey.
Kuzey Irak Kürtleri, "bölgede yabancı asker istemeyiz" diyebilmiş olsalardı, günde üç öğün tekrarladıkları "Türk askeri istemeyiz" lâfları bu kadar yaralayıcı olmazdı elbette. Yaralayıcı çünkü biz Kuzey Iraklı Kürtlere Amerikalılardan her mânâda daha yakınız veya şöyle sanıyorduk. Bakalım "yeni dünya düzeni" yeni Amerikan muhiblerinin beklentilerini karşılayabilecek midir?
Kâğıt üstünde kârlı çıkmamıza imkân görülmeyen bir bâdirenin içine adım adım sürükleniyoruz; hiç şüphesiz dışarda kalabilmek, en azından şu 19 AKP'li milletvekili gibi "müstenkif" durmak isterdik; ne var ki hayatın akışı içinde çekimser durulamayacak anlar vardır; böyle bir hengâmedeyiz. Öyle ki harekâtın muhtemel sonuçları, Saddam Irak'ından ziyade Türkiye Cumhuriyeti'nin başını ağrıtabilecek gelişmelere bile yol açabilir. İşte böyle bir vasatta şu meşhur tezkerenin yeniden Meclis'e sevki ve görüşülmesi, kısacık Cumhuriyet tarihimizin en zorlu açmazlarından birini teşkil ediyor. Hissedebildiğimiz kadarıyla işi mümkün olduğunca geciktirmekten başka alternatifimiz yok. Alternatif üretecek pozisyonlarımızı kaybettik.
Türkiye Cumhuriyeti "batıcı" değil ama batı medeniyetinden yana bir ideolojik ve kültürel bir zihni zemin üzerine inşa edildi; bu zemini tasfiye ve tesviye etmek için vaktiyle çok enerji harcadık; tam da duruşumuzdan emin olduğumuz bir demde batı medeniyeti, teorik planda saygı duyduğumuz ve itaat ettiğimiz deliller kullanarak bizi tazyike başladı. 27 Mayıs mağdur ve mazlumlarından hiç şüphesiz kerrât ile daha âdil yargılanmış olan çetebaşının hakkında verilen hüküm yok sayılırken, Kıbrıs'ta nihayet işgalci mevkiine düşürülmüş bulunmaktayız; Dünya Bankası temsilcisi ise bütçemizi beğenmiyor. Bakalım biz beğeniyor muyuz, fikrimizi soran yok!
Ardı gelecektir hiç şüphesiz. Türkiye hiç bu kadar manipülasyon ve destablizasyona açık bir zaaf haline düşmemiş, hiç bu kadar siyasetsiz kalmamıştı. Ordumuz bile, en teşkilatlı ve rasyonel yönetilen milli gücümüz olarak, "iki kötüden birini seçmek zorundayız" tesbitinde bulunuyorsa, hakikaten "ehven"i şer"den başka siyasetimiz kalmamış demektir. Siyasetsizlik Türkiye'nin en büyük düşmanı, en zalim hasmı; komünizmden de faşizmden de, enflasyon canavarından da korkunç bir tehlike. Ümitsiz olmak için sebep yok. "Tarihin en büyük tutarsızlığı, öngörülemeyişidir" diyor bir filozof. Ümitvar olmak için beylik hataların da tekerrür etmemesi lâzım; evvela başımıza gelenin bir "kazâ" değil, yıllardan beri beslenen ve büyütülen siyasetsizliğin neticesi olduğunu kabullenmek gerek.
Siyaset üretebilen bir Türkiye, bölge değil dünya gücüdür; bu musibetten çıkarılması gereken ders budur.