Türkler "Efendimiz"i hangi kaynaktan tanımıştı?
Prof. Dr. Ali Yardım Hoca'nın "Hocam, nedir Şihâb'ül-Ahbar ve diğer hadis mecmualarından farkı nedir ki çalışmak lüzumu hissettiniz?" sualime verdiği cevabı sizin de bilmeniz gerekiyor bence. Prof. Dr. Ali Yardım, Türk üniversitelerinin en genç ilim adamlarından birisi; bahsi sevmemekle beraber bu hususta iddialaşmaya hazırım. Yaş nedir ki; son derece izâfî bir şey: "Onüç yaşındaydım" diyor hoca, "Alanya'da ilkokulu bitirdikten sonra (tarih ellili yılların başı) okumak için Konya'ya gittim. Tek başımaydım; Torosların sarp geçitlerini eşek sırtında aştım ve iki yıl memleketime hiç dönmedim".
Bizim kuşak, onüç yaşındaki oğlunu hemen karşıdaki bakkala gönderirken bile pencereden vaziyeti kolaçan edecek derecede yufka yürekli, hassas. İki sene Alanya'ya dönmeksizin Konya'da okumak ne demek, benim havsalam almadı. Yaş kriteri böyle bir şey işte. "İlkokuldayım. Köy Enstitüsü mahreçli bir hocamız var. Bir gün derse, öğretmenimizin hemen arkasından girmek zorunda kaldım. Neredeydin diye sual edince olanca sâfiyetimle câmideydim geciktim diyecek oldum. Bahçedeki ağaçlardan birinden ince ama dayanıklı bir dal kestirdi ve bu değnekle bana muhteşem bir dayak attı. Arkadaşlar sonradan söylediler, birisi saymış, tam seksen bir değnek çekmiş öğretmenimiz; resmen fıkıhtaki had cezası". Bilemediniz on-onbir yaşındaki bir sabîye seksen küsur değnek vurmak nasıl bir gayzın ifâdesidir anlamak kolay değil. Köy Enstitüsü nostaljisi ile kendini avutanlara hatırlatmalı.
Türkiye yeniden fethedilmeli mi?
Ali Yardım Hoca'nın gençliğine hükmetmemin sebebi açık; her sene yaz mevsiminde yazlığa, denize gitmek yerine tatilini memleket kütüphanelerinde geçirmeyi tercih ediyor. Bu seneki programda Sivas, Tokat, Amasya ve Amasra kütüphaneleri varmış. Kendisiyle Ziya Bey Kütüphanesi'nin buram buram Meşrutiyet kokan atmosferinde tanıştık. Kütüphanenin genç ve gayretli müdürü Ömer Bey, hocanın önündeki masaya el yazma eserleri yığıp, karşısına bir tıfl-ı ebcedhan gibi ta'zimle oturmuş hocaya hizmet etmekte. Hoca kitapları tetkik ediyor, dibace ve ketebe kayıtlarına bakıp vaktiyle şahsi emeği ve göz nuruyla hazırladığı İzmir Milli Kütüphanesi'nin yazma eserler kataloğundan kontrol etmek sûretiyle defterine kayıtlar düşüyor. Prof. Dr. Ali Yardım, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Başkanı. Yıllık tatilini işte böyle tasarruf ediyor. Bir mânâda memleketin yeniden fethi gibi bir şey bu. Anadolu'da bazı beldeler vardır, Selçukiler ve Osmanlılar tarafından defalarca fethedilmeleri gerekmiştir. Memleketi, kütüphane raflarına savletle bir kere daha fethe kalkışmak; "fetih rûhu" böyle bir şey olsa gerek.
İmrenilmez mi?
Ayrılırken "çam çobanı, sakız armağanı" kabilinden üç (*) eserini hediye etmek zarafetini ihmâl etmedi. İlki, "Peygamberimizin Şemâili"; nefis bir literatür çalışması, "sadaka-i câriye" cinsinden bir eser. Açık konuşmak gerekirse ikinci eserin adı, ilki kadar dikkatimi çekmedi: "Şihâb'ül-Ahbâr" Tercümesi. "Hocam, nedir Şihâb'ül-Ahbar ve diğer hadis mecmualarından farkı nedir ki çalışmak lüzumu hissettiniz?" sualime verdiği cevabı sizin de bilmeniz gerekiyor bence.
Bir kültür arkeolojisi
"Şihâb'ül-Ahbar kısaca, Anadolu'yu vatan tutan Türklerin en ziyade rağbet ettiği hadis mecmuasıdır. Niçinini merak ederseniz söyleyeyim: Meselâ Mevlânâ Celaleddin'in Mesnevîsi'nde Şihâb'ül-Ahbar bir numaralı hadis kaynağı olarak dikkat çekiyor. Aynı mecmuânın Sadreddin-i Konevî'nin kütüphanesinde de yer alması tesadüf değildir. Keza Konya'daki Karatay Medresesi'nde kitabe şeklinde taşa hâk edilmiş 37 hadis metninin tamamı Şihâb'ül-Ahbar'dan alınmıştır. Tahminime göre bu medresenin taç kapısında yer alan hadis'in seçiminde Mevlânâ ve Sadreddin-i Konevî'nin telkin ve tavsiyede bulunduğu anlaşılıyor. Devamı var: Sahib Atâ Camii'nin iç kapısında, Mevlânâ Müzesi harimindeki Selçukîler devrinden kalma ahşap dolabın kanatlarında, Kayseri Sahibiye Medresesi'nin giriş kapısında, Sivas'ta Burûciye, Çifte Minareli ve Gökmedrese'nin taş kitâbelerinde ile Divriği Kale Camii'nin ahşap kapılarındaki hadislerin tamamı Şihâb'ül- Ahbar'dan alınmıştır. Bitmedi, Birgi Ulu Camii'nin muhtelif yerlerine işlenmiş bulunan 25 hadis metni de aynı mecmua mahreçlidir. Yine bitmedi; klasik dönemde en fazla itibar gören iki "Kırk Hadis" müellifinden biri olan Molla Camî'nin seçtiği kırk hadisden otuzaltısı da Şihâb'ül-Ahbar'dan. Diğer taraftan hüsn-i hat levhalarında en fazla hatta çekilen hadis metinlerinin de kaynağı da aynı kitaptır ve Şihâb'ül-Ahbar'ın Yakut El-Mustasımî ve Hâfız Osman gibi iki efsânevî hattat tarafından istinsah edilmesi çok dikkat çekicidir. Bu eser, medeniyetimizin yükseliş heyecanını aksettiren XVI. asra kadar Anadolu'da tesir ve revâcını sürdürmüştür"
Rahmet Kuzâ'î'ye
Türklerin, Hazreti Peygambere, yani "Efendimiz"e (Ali Yardım, "Peygamberimizin Şemâli" adlı eserinin önsözünde, Efendimiz'e hitab şekillerini sıralarken aynen böyle diyor: "Efendimiz kelimesindeki saygı asâletini başka kelimelerde göremedim"), bir başka hararet üslûbunda muhabbet ve bağlılık duydukları hep rivâyet olunur ve doğrulanmasına ihtiyaç hissedilmeyen bir kıymet hükmü olarak dilden dile gezer. "Anadolu'yu vatan tutan uzak cedlerimiz acaba Efendimiz'i hangi ağızlardan, hangi üslûpta ve hangi eserler aracılığı ile tanımışlar ve âşık olmuşlardı?" sualinin cevabı, artık büyük ölçüde sarâhate kavuşmuş oluyor. Türkler, Efendimiz'i daha ziyade Şihâb'ül-Ahbar vâsıtası ile tanımışlar, onun ahlâkını, üslûbunu, düşünme ve karar verme tarzını bu eserde toplanan hadislerden öğrenmişlerdi. Bu mânâda Şihâb'ül-Ahbar müellifi Kuzâ'î'ye, "Selçukî ve Osmanlı toplumuna Efendimiz'i tâlim eden insan olarak rahmet okumak boynumuzun borcu oluyor. Rahmet o'na.
Hasedin mübah olduğu yer
Ali Yardım Hoca ilmî meslek itibariyle Hadis âlimi fakat yıllardır âdet edindiği Anadolu seyahatleri, onu ister istemez sanat tarihi ile de ilgilenmeye mecbur etmiş. Üniversitede, özellikle eski eserlerdeki kitâbe metinlerini okumak ve değerlendirmek konusuna münhasır sanat tarihi dersleri okutmakta nasıl "kemâl-i lezzet" bulduğunu anlatırken onun nasıl delikanlı durduğunu sizler de görmeliydiniz. Hadis gibi evrensel bir birikimden hareketle milli kültürün arkeolojisine geçmek, herhalde dünyanın en lezîz meşgalelerinden birisi olmalı. Hoca'yı genç tutan kimyânın ne olduğu anlaşılıyor. Siz bu satırları okurken Ali Yardım Hocamız Amasya yazmaları ile hemhâl olsa gerektir; imrenmek ne kelime, haset etmedim desem yalan olur ve unutulmamalıdır ki ilimde haset kabih sayılmaz. Keşke onun kadar genç olsaydım, keşke ömrüm, aynen onda olduğu gibi hikmetle ilimin dudak dudağa verdiği ihtisas sahalarında geçmiş olaydı. Sana şükranlarımızı takdim ediyoruz ey genç adam; sağolunuz, ömrünüz hayır ve bereket üzre muammer olur inşâallah! (*) Söz konusu üç kitabın künyeleri şöyle: Ali Yardım, Peygamberimizin Şemâili, (3. Baskı) Damla Yayınevi, İstanbul, 1998, 543 s.; Şihâb'ül-Ahbar Tercümesi, Damla Y., İstanbul, 1999, Yâkut'un hattından çıkmış Şihâb'ül-Ahbar metninin faksimil metni ile beraber 510 s. ; Altın Yüzük Kullanımı, Damla Y., İst., 1998, 80 s.
FIKRA:
İRTİCAIN BÖYLESİ
Oniki yıldan beri Almanya'da bulgur pilavına talim ederek çalışan ve müthiş bir azimle para biriktiren Temel, nihayet en büyük rüyasına kavuşmuş, pırıl pırıl son model bir BMW otomobil almıştı. O yıl yaz tatilini arabasıyla memleketinde geçirmeye karar veren Temel, Almanya'ya yirmi günlük bir gecikmeyle dönünce arkadaşları merakla sordular,-Niçin bu kadar geciktin Temel, yirmi gün önce burada olman gerekirdi? Temel, tutulan boynunu oğuşturarak kahırla söylendi,-Ha pu Almanları anlamadım gitti birader; ileri fitesi beş tane yapiler geri fitesi ise bi tane..
SÖZ
"Hayat için kazanılan herşey, sanat için kaybedilmiştir." -Oscar Wilde -
ALINTI:
"Hiçbir şey asla göründüğü kadar kötü ya da iyi değildir. Umutsuzluksa sadece bir günah değildir; aynı zamanda yararsızdır ve gerçek de değildir. Umutsuzluk Tanrı'ya güveni terk etmektir. Ama aynı zamanda kendimize olan inancı terk etmektir ki, bu da insanın varoluşunun anlamını küçümsemek olur. Demokrasi, insan doğasını aşırı değerlendirmiş olabilir; ama bu, şimdiki tam tersi olan tehlikeye bin kere tercih edilir. Eğer tarih bize bir şey öğretiyorsa, o da sürekliliğin değişim kadar güçlü olduğudur, çünkü insan doğası değişmez." John Lukacs, Yirmini Yüzyılın ve Modern Çağın Sonu, Yeni Yüzyıl y. Çev: M. Harmancı, İstanbul, 1995, s. 354