Türkiye'ye küsmek!

Bu işin suyunun çıkması için bir bayan hakimin "eşi başörtülü olduğu" gerekçesiyle itham edilmesi gerekiyordu galiba ve beklenen oldu.

Haberi Zaman'ın manşetinden okuyunca gülümseme dudaklarımda dondu kaldı; devamı var: Hakim hanımın eşi ayrıca cuma ve teravih namazlarına gitmek gibi affedilmez suçlar da işlemiş. Bir erkeğin başörtü takmasını havsalasına sığdırabilen bir mantık için ayrıca cuma ve teravih namazına gitmek idamlık suç sayılsa gerektir; öyleyse yargılamaya bile gerek yok; asalım gitsin!

Avrupalılık umurumda bile değil; ama hiç değilse "Türk olma" kavramını ciddiye alalım lütfen; bu kamu yönetimi mantığı kendi zeminini oyuyor ve ülkesini, devletini samimiyetle seven insanları bile kendisinden soğutuyor. Herhalde bunca "kabare"yi bile isteye, eski tâbirle "zîşuur" halde icra ediyor olsalar gerektir; iyi de, derdiniz ne birader? Bir devlete düşmanlık daha başka türlü nasıl yapılabilir?

Fransa'da vefat eden protest türkücü Ahmet Kaya'nın eşi, televizyonda konuşurken bir cümlesi diken gibi battı içime: "Ahmet Türkiye'ye küsmüştü; küsülü gitti." diyordu. Aklıma hemen "Tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış." atasözü geldi; ama sadece bir an; sonra kendimi ayıpladım. Velev ki vatanına ihanet etmiş olmakla itham edilsin, bir insanın anavatanına küsmesinin anlamını bir lâhzada kavrayamadım. Türkiye'ye küsmek! Buna hakkımız var mıydı? Türkiye'ye küsmek ne kelime, her birimiz ta çocukluktan beri Türkiye'yi karşılıksız bir aşkla sevmeyi öğrenmemiş miydik? Bilmem farkında mısınız, Türkiye kavramı ile devlet aynı şeyler değil. Çoğumuz şu veya bu gerekçeyle "devlet"i, sistemi, rejimi tenkit ediyoruz; ama Türkiye? Türkiye, bizim zihnimizde, içine dünyanın bütün güzelliklerini, bütün insanî ve medenî değerlerini yüklediğimiz bir ütopya; Türkiye, devletten daha büyük, daha kapsamlı, daha mistik bir kavram. Devlete, rejime, sistemin şu veya bu müessesesine eleştiri yöneltilebilir hatta küsülebilir; ama Türkiye'ye küsülebilir mi?

Ahmet Kaya'nın vefat haberini aldığımda yüreğim burkuldu; hayır, Ahmet Kaya'yı hiç sevmedim; hele PKK bayrağı ve bilmem ne haritası önünde ucuz "TeCe" edebiyatı yaparken ondan nefret ettiğimi bile söyleyebilirim; ama yine de yüreğim burkuldu. İnsan bir yaşa gelince cehâletle ihâneti daha kolay tefrik edebiliyor. O protest türkücü Türkiye'yi sevmese küsmezdi diye düşündüm; gönül sevdiğine küser, gönül sevdiğinden umar. Kanun kanundur ve kanunu ihlâl eden bedelini öder; ama ihanet o kadar kolay teşhis edilebilir bir kategori değil; hatta "anlayan tarih" öğretisi açısından ihanet diye bir kavram tasavvur edilemez; cinnet belki ama ihanet?

Devletin içinde birileri acaba gerçekten toplumun büyük bir kısmını Türkiye'ye küstürmek için bile-isteye böyle saçmalıklar mı tertip ediyorlar diye vesveselendiğim oluyor. İhanet çok relatif bir psikolojik tablodur; ama aptallık kaldırımda yürürken bile ayağınıza dolaşacak kadar sık rastlanır bir vâkıa. Öyle bir hale geldik ki, her şeye rağmen hâlâ, "ben devletimi seviyorum; lütfu da hoş, kahrı da hoş!" diyebilenlere şüpheyle bakmaya başladık; "aklından zoru mu var, yoksa bir siyaset mihrakına yüzsuyu mu döküyor?" diye pirelenir olduk. Halbuki bizim kuşak 70'li yıllarda "hasbî, samimi ve meccâni" bir Türkiye muhabbeti ile fark edilirdi. Terör hadiselerinde canından olan gencecik delikanlıların ana-babası, "vatan millet sağ olsun, evladım Hak yoluna, devlet uğruna şehit oldu" diye yaralarına kül basabildiler; acaba cahilliklerinden miydi? Hayır, evlat acısını cehalet bile izâle edemez; bu, bugünlerde anlaşılması artık iyice imkansızlaşan bir devlet şuuru idi ve bu yüksek idrak seviyesini bugün bir tüketim metâı gibi ucuzuna harcayanlara artık ben bile sempatiyle bakamıyorum. Ayıp değil ya, nerede içi boşaltılmış "vatan, millet, devlet" edebiyatı işitsem ardından hangi ucuz siyasî hesaplar işportaya dökülecek diye sinirlerim geriliyor. Biz bu hale gelecek miydik?

Doğrusu işin ilmî açıdan teorisini yapmak içimden gelmiyor; kim bilir, belki de olup bitenler Türkiye'de "sivil toplum"un inşâsı için yine bizatihi devlet tarafından kasten yapılıyordur. Tek parti devrinin ünlü Ankara Valisi Nevzat Tandoğan ne demişti hani, "Komünistlik icap ederse onu da biz yaparız; size ne oluyor behey baldırı çıplaklar?" Zâhir öyledir, "Sivil toplum şuurunu yaygınlaştırmak size mi kaldı?" terânesiyle güçlü devletimiz, belki de bize hissettirmeden "sivil toplum mühendisliği"ne soyunmuştur da biz farkında olmamışızdır!

Ahmet Kaya'nın küskünlüğünü paylaşmıyorum; ama onu anlayabiliyorum!


Kaynak (Arşiv)