Türkiye'nin elli yılı tehlike altında

Eğer yanılmıyorsam mantık dersi sadece liselerin müfredatında yer bulabiliyor. Ben lisede mantık okumadım, galiba sonradan bir ara tercihli ders olarak okutuldu. Şu anda mantığın liselerde mecburi olup olmadığını bilmiyorum; ama ağırlık itibariyle mesela bir kimya kadar itibarı olmadığından eminim. Haftada bir saat verilen, öğrenci nazarında ortalama düzeltmeye yaradığı zannedilen "sözel" bir ders sadece. Üniversitelerde mantık okutulmuyor; zahir ki üniversite imtihanından geçmiş gençlerin yeterince mantıklı olduğu düşünülüyor. Halbuki mantık, vaktiyle medreselerin temel müfredatından idi. Kapatıldığı esnada medreselerin müfredat listelerine şöyle bir göz atınca iki grup dersin ağırlık kazandığı dikkat çekiyor: Mantık ve usul.

Biz bu iki derse ilk ve orta öğretim seviyesinde ağırlık vermiyoruz; bu eğitim sürecinde öğrenciye okuma-yazma ve genel kültür bilgileri vermeyi kafi görüyoruz. Eğitimin genelliği çerçevesinde okuma-yazma ve genel kültür bilgisinin ortalama öğrenciye yeterli olacağı düşünülebilir; ama yüksek öğretim safhasında da bu iki temel ders grubunun ihmal edilmesi doğru mudur?

"Evlatlarımıza eğitim esnasında ana dilini bile öğretemiyoruz, usul ve mantığa gelinceye kadar gün akşam olur." diye düşünebilme rahatlığına sahip değiliz. İşin aslına bakılırsa bütün eğitim süreçlerine hakim olan kalitesizliği kabullenmek zorundayız. Ana dil, mantık ve usul bilgisinden mahrum milyonlarca genç insanı üniversiteye sevk etmekten başka çare üretemez hale gelmişiz. Herkes biliyor ki 11 yıllık ilk ve orta öğretim sürecinin tek amacı var; üniversite imtihanı. Sıradan bir Anadolu şehrinin lisesinden mezun olduğu ve özel kurslara devam etmediği halde üniversite imtihanını kazanabilenlerin oranını tahmin edebilir misiniz? On bir yıllık eğitim, tek ve nihai gayesine bile hizmet edemez derecede vasıfsız hale gelmiş. Üniversite de dahil on beş yıllık eğitim süresi esnasında gençlerimize meslek kazandırabilmekte başarısızlığımız ortada. Meslekten vazgeçtik diyelim, peki dil şuuru, mantık ve usul öğretebilmekteki acı mağlubiyetimizin anlamı nedir sizce?

Belki kabak tadı verdi; ama tekrarlamaya mecburuz; üniversite çağındaki gençlerin önemli bir kısmı, okuduğu metni doğru anlamak melekesini kullanmakta zaaf içindedir; sözlü kompozisyon yapabilme kaabiliyetleri düşüktür ve içlerinde -bırakınız yazılı kompozisyon yapabilmeyi- eli yüzü düzgün bir dilekçe tertip edebilenler parmakla gösterilecek kadar azdır. Bu gençler on beş sene müddetince, -Batı'da XIX. yüzyıl sonlarında bütün itibarını kaybettiği ve kıyasıya eleştirildiği halde- bizde hala en hakiki yol gösterici sanılan iptidai bir pozitivist ilim telkininden başka "ilmi düşünce" hakkında hiçbir kanaat sahibi olmadan lisans diploması almaya hak kazanmaktadırlar. Fecaat şurada ki, bu durumun nasıl bir fecaat olduğunu kavrayabilecek kişilerin sayısı bile feci derecede nadirdir.

Üniversiteler, gençlerin ciddi surette ilmi disiplinle yüz yüze gelmeleri gereken mahfiller; ilim öğrenirken o ilmin usulünü de öğrenmek, bilginin niteliği, tasarruf istikametleri, üretilme tarzları ve tenkidi hakkında kanaat sahibi olmak en tabii hakları olmalıdır; fakat pratikte cereyan eden hadise bu gençlerin liseye göre daha ağır ve uzun okuma parçaları ezberlemek zaruretiyle baş başa kalmalarından ibarettir. Sistemin "asli aktörleri" işin farkındadır ve pratikte mevcut üniversitelerimizin takriben yüzde 95'i eski tabirle keenlemyekun, yani "yok" farz edilmektedir. Sadece özel sektör değil, maalesef kamu sektörü bile, istihdam edecekleri gençlerin mezun oldukları üniversitenin ismine bakarak fiili bir eleme yapmak alışkanlığı kazanmış bulunuyorlar.

Elbette her üniversite aynı kalitede eğitim veremez; Batı'da bile üniversiteler arasında bir kalite derecelendirmesi mevcuttur; fakat Türkiye'deki durum, neredeyse coğrafi eliminasyon noktasına kadar varmış bulunuyor; mesela Ankara ile Erzincan'daki yüksek öğretim kurumları arasındaki tabii farkları anlayışla karşılayabiliriz; ama bu anlayış Anadolu üniversitelerinin hal-i hazırda fiilen "avara kasnak" durumuna gelmesini mazur gösteremez. "Bundan on sene sonra sıradan bir Anadolu üniversitesinden mezun herhangi bir genç, Türkiye'nin siyasi, mali, entelektüel vb. elitleri arasında yer alamayacaktır" hükmünün yanlışlığından bahsedilebilir mi? Bu hüküm maalesef doğrudur ve zannımca şuurlu bir tercihin eseridir. Her üniversite mezunu "elit" zümresine giremez, bu doğru; fakat her üniversite mezununun en azından anadil şuuruna sahip, mantığı doğru kullanan, tahsil gördüğü dalda usul bilgisine sahip ve mutlaka bir meslek erbabı olarak toplumda yer almak hakkı vardır; bu hakkın ihlali, hele kasden ihlali gelecekte hayırlı neticeler doğurmayacaktır.

Meselenin bütçe imkanlarıyla sınırlanmış, insan kaynakları itibariyle tahdide uğramış taraflarından haberdarım; ama sadece zihniyet değişikliği ile bugünden yarına onarılabilecek kısmının görmezden gelinmesini anlamamakta mazurum. Bu ihmal, Türkiye'nin orta ve uzun vadeli geleceğini açıkça tehdid ediyor. İlkokuldan başlamak üzere bütün eğitim süreçlerinin çok ciddi şekilde yeniden ele alınması, kıyasıya tenkit edilmesi ve kararlı bir tarzda reforma tabi tutulması şart.

Türkiye'nin nüfusu gençleşiyor; ama aynı tempo ile vasıfsız hale geliyor; herkesin haberi olsun.

[email protected]


Kaynak (Arşiv)