Türkiye'nin beden dili

Bağdat'a düşen bombaların bir benzeri de dış politika stratejilerimizin üstüne düştü diyebiliriz; gerçek hasarı ancak dumanlar kalkınca görebileceğimiz bir "şok ve dehşet" sadmesinin sersemliği içindeyiz.

On seneden beri sürdürdüğümüz Kuzey Irak politikaları elimizde kaldı. ABD'nin "stratejik müttefikimiz" olmadığını öğrendik. NATO'nun bir savunma kalkanı olmaktan ziyade bir "askeri kulüp" olduğunu fark etmek bizi şaşırttı. "Ne onlar bizi alırlar, ne de biz gönlümüzle üye oluruz" kehanetini savurageldiğim AB hülyası, artık kesinlikle sona erdi. Bu perspektifte jeopolitik menfaatler için savunduğumuz Kıbrıs siyasetinin yarınları da tehlike altına girmiş bulunuyor. Geriye ne kaldı ki?

Bu hayal kırıklığı içindeki AKP Hükümeti'nin tecrübesizlik hissesi görmezden gelinemez ama insaf ile söylemeliyiz ki, bugün içine düştüğümüz garip durum sadece bugünün değil yılların eseridir ve bu manada hükümetin terkibi ne olursa olsun durum değişmiş olmayacaktı. Mesele, Türkiye'nin tabii duruşundan kaynaklanan politik dille, bizzat iktidar seçkinlerinin tercih ettikleri politik dil arasındaki mesafeden doğuyor. Başta batılı ülkeler olmak üzere Türkiye ile diplomasi mesafesini tanzim etmek isteyen her devlet, Türkiye'nin tabii duruşunu nazar"ı dikkate alarak tavrını düzenliyor. Nedir Türkiye'nin tabii duruşu? Evvel emirde Türkiye İslam kültürünün hakim olduğu bir beşeri coğrafya üzerinde bulunuyor. Saniyen bu devlet, Osmanlı Devlet"i Aliyyesi'nin I. Dünya Harbi neticesinde tasfiye edilmesiyle galipler tarafından çizilmiş bir siyasi hududa hapsedilmiş ve mevcut sınırlarımız için savunma harcamaları yapmak zorunda kalışımız Türkiye'yi bir yandan askeri vesayetin ağırlık kazandığı bir rejime kilitlerken müteselsil borçlanma ihtiyaçlarıyla kalkınma hamlelerimiz baskı altında tutulmuştur. Diğer yandan siyasi varlığıyla mütenasip olmayan nisbetteki askeri gücü, iyi tasfiye edilmeyen Osmanlı bakayası topraklar üzerinde Türkiye'nin hassas refleksler geliştirmesine yol açmış ve böylelikle Türkiye neredeyse bütün komşularıyla nizalı, ürken ve ürküten bir vücut dili geliştirmek zorunda kalmıştır. Ne var ki Türkiye'yi yöneten siyasi elit, en az bir asırdan beridir batıcıdır ve yüzü batıya dönüktür. I. Dünya Harbi'nin ucuna eklenen Milli Mücadele döneminde bile Türkiye'de batı aleyhtarlığı İstiklal Marşı'mızın mazmununda yaşamaktadır. Yüzü ve dili batıya dönük ama olanca hey'eti ve ruhuyla kendi coğrafyasına ait bir ülkedir Türkiye. Bir asır zarfında bu ülkenin genel manada batının çıkarlarını tehdid etmediği sürece kendisini batılı imiş gibi hissetmesine ses çıkarılmamış hatta bu halet teşvik bile görmüştür. Bu esnada batı, Türkiye'yi bünyevi mali zaaflarıyla haşır"neşir, hudut komşularıyla geçimsiz ve ürkek, yeri geldiğinde etnik ve mezhebi dertlerle uğraşmak zorunda kaldığı için potansiyelini bir türlü kalkınmaya teksif edemeyen ve dolayısıyla rejimi askeri vesayetten kurtulmayan bir ülke halinde stabilize etmeyi uygun görmüştür. Batı'nın görmek istediği, biçimlendirdiği Türkiye budur.

Son krizde Türkiye'nin Kuzey Irak'ta nüfuz kullanmak istemesi, geleneksel görüntüye aykırı bir manzara çiziyor ve batılılar tarafından anında "yeni Osmanlılık" tarzında nitelemelerin yapılmasına yol açıyor. Halbuki Türkiye'nin yönetici elitinde bir "Yeni Osmanlılık" heyecanı yoktur. Türkiye'nin Kuzey Irak'ta olup biteceklere ilgisi, ABD'nin vaktiyle Küba krizinde gösterdiği hassasiyetle aynıdır. Yönetici elit, imparatorluğu çok kötü şekilde tasfiye edilmiş olmasını "veri" olarak kabul ettikten sonra "üniter devlet" yapısını organik bir hassasiyet ve refleksle korumaktan başka endişe geliştirmeye tab'an müsait değil. Steinbeck'in "Fareler ve İnsanlar" romanındaki Lennie karakterini andırıyoruz biraz: Duruşumuz iddialı, vücut lisanımız tehditkar görünüyor ama bu sert suretin derununda "üniter" endişelerden başka kimseyi rahatsız etmeyi tasavvur bile etmeyen halim bir tabiat var.

Bundan sonra ne olabilir? Dış politika stratejilerimizin iflas etmiş olması, Türkiye'de yönetici elit sınıfının (hükümetten bahsetmiyorum) tasfiyesini doğurmaz. Pusulasında batıdan başka gösterge işareti olmayanların dış politikada yeni bir menfez aramaya cesareti de olamaz. Yeni fiili durum her ne ise kabullenilecektir. Kısa ve orta vadede Türkiye, tabii duruşunu politika diline tercüme edecek enerjiden mahrumdur.


Kaynak (Arşiv)