Türkiye Ermenileri: Çatlağında tutunmaya çalışan bir avuç su
Evvela Hrant Dink'in şu tesbiti üzerinde duralım: Diyor ki, Türklerle Ermeniler, birbirleriyle ilişkileri itibariyle iki hasta toplum: Ermeniler travma içinde, Türkler ise Ermenilere karşı büyük bir paranoya yaşıyor. "İkisi de klinik vaka."
"Hayır, bizim Ermenilere karşı tutumumuz son derece doğru ve sağlıklı" diyeceksek Hrant Dink'in ölmeden önce yaptığı görüntülü röportajı (http://youtube.com/watch?v=asp9lTaG3D4) ciddiye almamıza gerek yok; ama öyle değil. Tesbit doğru, öyleyse bırakalım Dink konuşmasına devam etsin: "Kim tedavi edecek bizi? Fransız senatosunun kararı mı, Amerikan senatosunun kararı mı? Kim reçeteyi verecek, kim bizim doktorumuz? Ermeniler Türklerin doktoru, Türkler de Ermenilerin. Bunun dışında doktor hekim, ilaç yok. Diyalog tek reçete. Doktor da birbirlerinin doktoru. Bunun dışında bir çözüm yok."
İŞTE O YERLİ DURUŞ...
Hrant Dink, bir sene evvel, çok kalleşçe bir üslûpla haberi bile yokken sırtından vurulup öldürüldüğünde tam bir zihnî karmaşa yaşandı Türkiye'de. Bir kısım aydınlarımız, Hrant'ın katline sebep olarak TCK'nın 301. maddesini gösterip yüzlerine Hrant Dink maskesi geçirerek, "Hepimiz Dink'iz" sloganını haykırınca, Hrant Dink'in söyledikleri buharlaşıp uçuverdi; geride Hrant Dink'in öldürülmesi hadisesinin zıtlığa sürüklediği müfritlerin karşılıklı söz düellosu kaldı; halbuki Hrant Dink, o konuşmasında çok önemli şeyler söylerken çok sağlam bir "yerli" duruş sergilemişti. Mahcubiyetle itiraf edelim ki, o güne kadar, "bu bizim meselemiz, dışardan kimse karışmasın; kendi yâremizi yüzyüze gelip kendimiz tedavi edelim" diyebilmek, pek kimsenin aklına gelmemişti. Daha önemlisi, bu sözleri içimizde yaşayan, her şeyiyle toplumumuzun bir parçasını teşkil eden Ermeni asıllı bir aydının söylemiş olmasıydı.
Ve son derece doğru, düşündürücü şeyler söylüyordu:
"Dünyaya diyorum ki senin Ermeni soykırımını tanıyıp tanımaman benim için beş para ifade etmez. Ermeniler Türkleri öldürmediler mi, öldürdüler: 1918 yılında Ruslar yukardan tekrar gelirken -intikam dediğimiz kavram neyse lanet ediyorum o kavrama- oldu bunlar. Türklere diyorum ki yahu Ermeniler niye bu kadar çok ısrar ediyorlar, bu sorunun üzerinde durun. Biraz bunun üzerinde empati yapın; o zaman belki bunların bu duruşunda biraz onur görebileceksiniz. Ermenilere de diyorum ki, Türklerin, 'hayır bu soykırım değildir' sözünün üzerinde de bir onur görmeye çalışın; nedir o onurlu duruş? Bir Türk olarak ben soykırıma karşıyım, ırkçılığa karşıyım, soykırım Allah'ın belâsı bir şey; benim atalarım böyle bir şey yapamaz çünkü ben yapmam. Dolayısıyla burda bir onurlu duruş vardır."
ONUR: HEM ERMENİLER, HEM TÜRKLER İÃİN
"Türkler soykırımı reddederken onurlu bir tavır geliştirmeye çalışıyorlar; lütfen bunun farkına varın" sözünü bir Türk söylemiş olsa bu kadar tesir yapması mümkün değildi. O günlerde Hrant'ın bu tavrını doğru algılayıp desteklemek ve paylaşmak gerekirdi. Bunu yapabilseydik o zaman Ermenilerin de aynı derecede onurlu bir duruş sergilemeye hakkı olan bir topluluk olduğunu görecek, belki meselemizi daha kolay çözebilecektik.
1915 Hadiseleri Türklerle Ermenilerin Anadolu'da bir arada sulh içinde bölüştükleri hayatı zehirledi ve bu noktada "kim haklı" noktasını çoktan geçmiş bulunuyoruz. Doğru duruş şudur: Eğer Diaspora'ya destek çıkan dünya kamuoyu ve milletlerarası güçler soykırım iddiasını yıllar sonra gündeme getirmemiş olsaydı bile, kendine saygı duyan bir toplum olarak bizim 1915'deki facia ile yüzleşip hesaplaşmamız zarureti vardı. Bu travmayı en iyi biz anlayabilirdik çünkü 19. yüzyılın ortalarından beri Asya ve Avrupa'daki hudutları giderek içe doğru büzüşen, her büzülmede müthiş bir muhacir dalgası ile toplumsal dengeleri altüst olan bizlerdik. Yerinden yurdundan edilmeyi, kıtlığı, korkuyu, baskıyı, ırz, can ve mal emniyetsizliğini iliklerine kadar yaşayıp hissetmiş bir toplumduk. Muhacir komşularımızın hikâyesine ağlıyorduk, içimiz öfkeyle doluyordu. Karşı tarafı da anlayabilmek için gerekli duygusal birikim zaten vardı bizde.
O yüzdendir ki 1915'de olup bitenler, aklı başında Türk-Müslümanların da ciğerini sızlatmıştır, sızlatmalıydı; sızlatmalıdır.
DÖNDÜ; 'O BENİM ANAM' DEDİ...
O röportaj'dan bir başka sahne; çoğumuz hatırlarız. Günün birinde Sivas'ın "bilmem ne köyü"nden bir telefon aldığını anlatıyor Hrant Dink. Dinleyelim:
"Telefonum çaldı Sivas'ın bilmem ne köyünden yaşlı bir amca. Oğul dedi seni söylediler seni buldum. Bir yaşlı kadın geldi Fransa'dan. On gün buralarda dolaştı kaldı, sonra Allah'ın rahmetine kavuştu. Biz de aldık onu gömdük, duamızı ettik namazımızı kıldık gömdük ama öğrendik ki bu herhal sizlerdendir. Seni söylediler seni buldum; bir bak araştır. Adı soyadı şudur. Kimlerdendir, varsa eşi dostu, akrabası, oğlu kızı buyursunlar biz burda onlara yardımcı oluruz; biz gömdük ama isterlerse cenazesini alsın götürsünler.
'Peki amca ben bakarım' dedim. Sivaslı bir Efe abim var benim. Hemen ona açtım, 'adı soyadı şu?' Oğul dedi, 'in hemen senin karşı kaldırıma geç; orada ufak bir kunduracı var git onlara sor onlar bilir.' Gittim sordum böyle birini tanır mısın? Yarsabet mi bilmem ne. Döndü bana 'o benim anam' dedi. Dedim 'senin anan nerde?' Dedi, "Fransa'da yaşıyor. Dedim 'Türkiye'ye gelir mi?' Dedi, 'Abi gelir ama İstanbul'a bize ya uğrar ya uğramaz o bizim memlekete doğduğu yere Sivas'a gider, bi onbeş günü orda geçirir köylüleriyle... Dönüşte bana ya uğrar ya uğramaz.'
'Bacı böyle böyle' dedim, telefonu aldım hüngür hüngür ağladı tabii. Neyse yolladım gidin, gittiler ertesi gün kız telefon açtı. 'Abi geldik, doğru anamdır bulduk.' 'Peki getiriyor musun?' 'Abi getireceğim de burda bir yaşlı amca var geldi kulağıma dedi ki...', Ne dedi? Başladı ağlamaya; 'yav kızım niye ağlıyorsun, noldu?' bir panikledim. Yaşlı amca aldı; Amca ne yaptın? Oğul bir şey yapmadım. Ona dedim ki 'Kızım anandır, hakkındır alırsın gidersin sen bilirsin ama bana sorarsan bırak su çatlağını buldu, kalsın.'
Bu cümle beni mahvetti, ben de oturdum ağladım."
ONUR, HEPİMİZE!
Hrant Dink ne yazık ki öldürüldü; bu cinayet, diğer siyasi suikastlerden farklıydı; çünkü Türkiye'nin şurasında burasında kalakalmış az sayıdaki Ermeni asıllı vatandaşımızın huzuruna kan doğramayı, her şeye rağmen çatlağında tutunmaya çalışan bir avuç suyu buharlaştırmayı hedef alıyordu. Neyse ki korktuğumuza uğramadık. Bir düşünün, kendi renginden ve dokusundan gayrı bir unsura hayat hakkı tanımayan bir Türkiye, nasıl bir Türkiye'dir; kimin Türkiye'sidir ve böyle bir Türkiye'de yaşıyor olmak hangi Türk'e onur ve gurur bahşeder?
Neyse ki olmadı; Ermeniler bize tarihimizin yâdigârı ve burada yaşamaya en az bizler kadar hakları var. Su çatlağında kalacak ve kalmalı!
Hâtırasının önünde saygıyla eğiliyor, Ermeni toplumuna bir kere daha başsağlığı diliyorum.