Türkçülüğün kritik tarihine bir katkı : "Tanıdığım Nihâl Atsız"
Bugün herhangi bir derneğe üye olmak için derneğin tüzüğüne "Türk soyundan olmak" şartı konulsa, başta derneğin yönetim kurulu olmak üzere belki herkesin muhalefetiyle karşılaşır. Bir yerlerden bir yere geldiğimiz gerçek.
Acaba Osmanlı'nın dünyaya bakışındaki iç denge kırıldıktan sonra yeniden çocukluk devrine mi döndük diye düşünmüyor değilim. Öncü Liberallerimiz Anglo"Saxon idari modelini savunmaya başladıklarında içlerinde ne dediğini bilen kaç kişi vardı ki? İştirakçi Hilmi Bey, "iştirakiyyun" fikrini dillendirirken yanında bir kayığı dolduracak kadar olsun proleter yoktu. Cumhuriyet aydınlanmacıları, Cumhuriyetin küçük bürokratlarına boş yere iyi maaş vermediler; istinadgâhlarını iyi seçtiler; ama aydınlanma fikrini bugün küçük bürokratlar değil, bir avuç devlet eliti ayakta tutuyor. Sözü Türkçülük'e getirmek istiyorum. Bâbıâli'nin kadim emektarlarından Sayın Altan Deliorman "Tanıdığım Atsız" kitabında (II. Baskı) 1950 ile 1965 yılları arasındaki Atsız'ı anlatıyor. Nihâl Atsız'ın hikayesinin arka planında tasvir edilen ise Türk düşünce tarihinin çok ilgi çekici bir kesitidir.
Bugünün gençlerine Nihâl Atsız ismi ne ifâde edebilir; üniversite talebesiyken Atsız'ın hapse atıldığını duymuş ve serbest kalması için imza kampanyası düzenlemiştik. Bizim kuşak için Atsız efsâne isimdi. "Yolların Sonu" isimli şiir kitabından en azından birkaç şiir ezberinde bulunmayan adamdan sayılmazdı. Lisâna, aruza ve klasik kültüre hâkimiyeti ile Nihâl Atsız'ın kahramanlık irâdesini terennüm eden bazı şiirleri, hâlâ güzelliğinden bir şey kaybetmiş değildir. Atsız Türkçü'ydü, peki biz Türkçü mü idik? Şüphesiz Türkçü idik ve bu aidiyet hissi bizi güçlendiriyordu. Ne var ki, milliyetçilik fikrinin siyasi planda temsil tarzı ile Atsız'ın sert idealizmi arasında büyük mesâfeler bulunduğu o günlerde yavaş yavaş netleşmeye başlamıştı. Sayın Altan Deliorman'ın zevkle "ve hüzünle" okunan kitabı, aslında Nihâl Atsız'ın belki de bütün ömrünce ne derece değişmez bir yalnızlık kaderine mahkûm olduğunu anlatıyor; ve hiç şüphesiz bu, gönüllü bir mahkumiyetti.
Sene 1973 mü? Bir cumartesi gecesi arkadaşın elinde gördüğüm "Bozkurtlar" romanını, pazar'ın ilk ışıkları ağarıncaya kadar okumuş ve bitirmiştim; güzel geceydi ve Atsız hayalhânemizi şimdiki zamandan alarak yolunu yordamını bilmediğimiz uzak iklimlere ama tanıdık simâlara doğru koparıp götüren adamdı. Daha sonra yayınlanan "Ruh Adam" romanı, daha çok emek mahsulü olmasına rağmen Bozkurtlar'ın lezzetini hatırlatmaktan uzak görünmüştü bana.
Kitaptan öğrendiğimize göre Atsız için Türkçülük fikrinin bir fikr"i sâbit olduğu anlaşılıyor; fikr"i sâbit düşünce adamlarının eyninde hiç de yakışıklı durmayan bir libâstır. Kesin inançlılar tereddüd geçirmez ve bir kutbunda kendi doğrularının yer aldığı polarize bir dünyada yaşarlar. Atsız bir fikir adamı değildi ve bu cümle onun hâtırasına saygısızlık değildir; Atsız bir da'va adamıydı; bükülmez, tavizsiz, hırçın ve kararlı bir da'va adamı. Doğru söylemek lazımsa günümüzde Atsız gibi bükülmez da'vâ adamı kalmadı; halbuki siyasetin gittikçe lüzûcî hale gelen zemininde böylelerini hasretle aramıyor değiliz. Kesin inançlılar pusula gibidir ve daima aynı istikameti gösterirler; bu da bir şeydir.
Atsız'ı bu derece bükülmez tarzda Türkçülük fikrine iten saik ne idi? 1905 doğumlu olduğu göz önüne alındığında iki dünya harbi arasında yükselen ırkçılık fikrinin tesirinden söz etmek mümkündür; ama bu faktör her şeyi açıklamaz. Irkçılık demeye pek dilim varmıyor; ama bükülmez derecede milliyetçilik çizgisini savunmak için en azından köşeye sıkıştırılmışlık hâletini yaşamak lâzımdır. Oysaki Atsız'ı kendi yolunda ilerlerken etrafını pek kalabalık görmüyoruz. Mesela 1964 yılında İstanbul'da yapılan Türkçüler Derneği "Kurultay"ına katılanların sayısı, hükümet komiseri de dahil on kişiyi geçmemektedir. Tavizsizliği etrafını tenhalaştırır. Bir süre sonra derneğin taşrada açtığı "ocak" şubelerinde "ümmetçiler"in yuvalandığı zehabıyla şubeleri feshe kalkışması enteresandır. "Milletimin dini olması bakımından İslâm'a hürmetkârım" beyanına rağmen Ötüken dergisi'nde maneviyatçı"mukaddesatçı çizgiyi sert dille eleştirmesi yalnızlığını artırır. Atsız, saf ve pürüzsüz Türkçülüğün, her derde devâ olduğu inancını bir bayr
ak gibi daima dimdik tutarken "da'va" açısından tutarlı fakat fikir bakımından gariptir. Bir keresinde her meseleye ayrı çözüm yolları arayıp geliştirmek teklifinde bulunan müellife (A. Deliorman) cevabı çok ilginçtir:
" Bunların çoğu iktisadî meseleler. Türkçülük ebedidir. İktisadi meseleler ise zamana ve zemine bağlıdır. Zaman neyi icab ettiriyorsa, iktisadi konularda o yapılır. Bizim asıl takip etmemiz gereken yol, değişmeyen prensipler olmalıdır!
Vefatının üstünden çeyrek asır geçtikten sonra Nihâl Atsız'ı eleştirmek değil niyetim; ömrünün âhir eyyâmında bile bir delikanlı gibi kararlı ve duru düşünebilen bu tanınmaya değer adamın ardındaki devri tanımaya ve anlamaya çalışıyorum sadece. Sayın Deliorman'ın "Tanıdığım Atsız" kitabı, baştan sona bir hamlede okuduğum bir gün içinde bana yakın geçmişimize dair çok değerli ayrıntılar öğretti ve hatırlattı. Bizim kuşak Atsız'ı tanıdıktan sonra Atsız çizgisinde duraklamadı; Milliyetçilik, Türkçülük'ten daha esnek, daha kuşatıcı tarifler getirmişti bize. Sokak vuruşmaları ve milliyetçiliğin partileşmesi zamanla düşünce çizgimizin yeknesak bir doğrultuda seyretmesini engelledi. Bugün ben ve benim kuşağım Atsız'ın çizgisinden çok uzaklardayız; ama o istasyondan geçmiştik: Onun hâtırası, bizim geçmişimizde bastığı toprağa kök salan bir nişan taşı gibi dimdik duruyor. Rahmet ona!