Türk solu ne zaman kendini sollayacak?
Türkiye'de sol, sahih bir zemine sahip olmadığı dönemlerde büyük aktivite göstererek projelerini hayata geçirmeğe, şu veya bu yolla iktidar olmağa kalkıştı; bu durum, büyük bir enerji potansiyelinin boş yere harcanması olarak değerlendirilebilir.
Bu dönemde sol doğrudan çok yanlışlar yaptı; Üçüncü Dünyacı bir kimlik ve üslûp benimsedi, Marksizm'i ve Tarihî Materyalizm'i evrensel çapta doğrulanmış bir "mutlak ilim" gibi anlayarak mistikleştirdi. Hitab ettiği ve değiştirmeye çalıştığı toplumu veri kabul ederek yola çıkmak yerine, Türkiye gerçeklerinin, aslında bir vehimden ibaret olan "bilimsel sosyalizm"e itaat etmesi gerektiğine inandı; şablon gerçeğe uymayınca asabileşti, şiddete baş vurdu ve halk indinde zaten pek az kabul gören itibarını kaybetti. İşte bu gibi sebeplerle Türk solu bugün, "tek parti" devrinin ideolojik avadanlıklarına sığınarak ayakta durmaya çalışıyor: Esasen kendileri pek iyi bilirler ki, solun sığındığı bu siper aslında "gerici" bir pozisyondur.
Devrim takıntısının pahalı faturaları
Bundan otuz sene önce solun, tek kelimeyle lüzumsuzluk olduğuna inanırdım; empati yoluyla kendimi bir solcunun yerine koyup meselelere o pencereden bakmağa çalıştığımda abes bir tablo ile karşılaşır, durumu anlayamazdım. Şimdi, Türkiye'de sol'un zamanlama ve üslûp hatâları yüzünden Türk fikir hayatına katabileceği boyut zenginliğini, sırf beceriksizlik ve aculluk yüzünden veremediği için kendi nâmıma hayıflanıyorum. Fikir hayatımıza solun katkısını tamamen inkar etmek nankörlük olur ama evine buğday ekmeği getirebilecek iken, süpürge tohumu bulamacı getiren birine duyulan öfke olarak anlaşılmalıdır bu. Daha iyisini yapabilecekken daha kötüsü ile iktifa etmek, fikit hayatımızın kalitesini ve seviyesini, abes denecek kadar kötü yerlere sürükledi. Mesela solcuların "illâ ki her şeyde devrim yapacağız" önyargısıyla "dil devrimi"ni desteklemeleri, çok feci neticeler verdi. Sol fikriyatın bile ancak sağlam bir dil zemini üzerinde geliştirilebileceği gerçeği ihmal edildi. Türk solunun, beynelmilel sol literatürü zenginleştirmek yerine sadece basit ve kaale alınmağa değmez bir tüketici mevkiinde kalmasının aslında en derin sebebi, kendilerinin de istinad edecekleri lisan zeminini, budalaca tahrip etmeleri olmuştur. Buna benzer bir başka tutum hatası ise, solun mânevî ve millî değerler ile kavgalı, en azından onlara karşı alaycı hattâ hakeratâmiz bir tavıra bürünmesiydi.
Bidâyetinden beri Türkiye'de sol, "millîci" bir çizgi takib edebilirdi, kendilerini sola meyyal hisseden gençlere başlangıç kitabı olarak XIX. asırdan mevrus kaba materyalist öğretiler tâlim eden ucuz propaganda risaleleri tutuşturmak yerine en azından hür fikirli olmanın meziyetleri telkin edilerek daha tutarlı bir yol izlenebilirdi. Türkiye'de milliyetçilik fikrinin, bugün aynı isim altında siyaset yapan toplulukların inhisarına terkedilmesi, Türk fikir hayatının en fecî kayıp tablolarından birisi olmuştur. Bundan elli yıl önce bizde kimsenin "vatanım rûy ı zemin, milletim nev'i beşer" irtifâında pervaz etmesini bekleyemezdik; böyle bir zeminde enternasyonalist bir duruş yeriyle Türkiye'de devrim yapmağa kalkışmanın sadece zulme yol açacağını hesaplayamamış olmaları da neticede cümlemiz namına bir kayıptır.
Türkiye'de sol, otoritenin tenkidi, otokritik müessesesi, temel hak ve hürriyetler manzumesinin yaygınlaşması ve yerleşik değer kalıplarının eleştirisi konusunda gerçekten öncü bir rol oynamıştır; bu esaslı katkıdan ötürü teşekkürü hak ediyorlar; ne var ki elbirliği ile çizdikleri "solcu" tipinin diğer menfî yönlerinin ağır basması yüzünden bir öncü sıfatıyla savundukları doğrular yeterince neşv ü nemâ bulamadı. Basit bir örnek: Otuz yıl önce "insan hakları müdafaası", maalesef "sol diskur"a dair bir unsurdu ve sırf sol tarafından dillendirildiği için solun muhalifleri tarafından asla ciddiye alınmazdı.
Sol niçin kendi içinde dönüşemiyor?
Tesbitimde yanılmış olabilirim ama bugünün Türkiye'sinde "sol" tutumun, otuzkırk sene öncesine nisbetle daha fazla taban tutmuş olduğunu düşünüyorum; ne var ki rakamlar beni teyid etmiyor! Aradan geçen zaman zarfında Türk toplumu totaliter ve baskıcı uygulamalara karşı muhalefetin hangi işe yaradığını, kişi temel hak ve hürriyetlerinin gerekliliğini, gelir dağılımında adaletsizliğin hangi kötülüklere yol açtığını öğrendi. Dün, toplumun yüzde 65'i köylerde yaşıyordu, bugün aynı oranda insan şehirlere taşındı, "şehirli" oldu; kırk yılda üçü iri kıyım olmak üzere bir çok askeri müdahale yaşadık, dünya ile tanıştık, ufkumuz genişledi. Bu esnada dünya yerinde durmadı, o da değişti; sanayi tipi üretim fikrinden yüksek teknolojiye dayanan üretim modeline geçildi; sendikalizmin zemini sarsılmaya başladı. Globalizm, Amerikan yayılmacılığının bir farklı çehresi olarak son on yılın gündemine oturdu; Sovyet bloku çöktü, Avrupa'da yeni bir "birleşik devletler" modeli zuhur etti ve bütün bu gelişmeler Türk toplumunu yakından etkiledi. Bu şartlar muvacehesinde, özellikle 1980'den sonra Türk fikir hayatında solun durduğu yerde bir erime ve gerileme müşahede ettik. Evvela 1980'deki askeri darbe, ardından Sovyet Bloku'nun ideolojik bir fiyasko görüntüsüyle tarihe karışması, bidâyetinden beri dışarıya endeksli Türk solu'nu mânen ve maddeten yıprattı. Bu arada Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük bölücü ayaklanmasına önderlik eden hizbin, hiç ilişiği görünmemesine rağmen Marksist bir ideolojik dil kullanmasının yıpratıcı etkisini de hesaba katmak gerekir.
"Tek parti sokağı"na taşınan sol
Bugün, böyle bir tablo ile karşı karşıyayız; bir denge ve kutup tamamlayıcısı olarak Türk soluna duyduğumuz ihtiyaç, 60'lı yıllarla mukayese kabul etmeyecek derecede ciddidir. Fikir hayatımızın kalitesi, "kaliteli partner" eksikliği yüzünden hayli zayıflamış durumda bulunuyor. Hâsılı, bölücülük, mezhepçilik, dinsizlik veya millî ve mânevî değerlere kayıtsızlık gibi abes sapmalara iltifat etmeyen yeni bir sol geleneğin tesisi için zemin, otuz sene öncesinden çok daha elverişli durumda; ne var ki Türkiye'de "sol"u adresinde arayanlar, daima şu meâlden monoton bir telesekreter anonsu ile karşılaşıyorlar: "Türk solu artık burada oturmuyor; 'tek parti' sokağına taşındı!"
Hükümetin en büyük ortağının "demokratik sol" çizgide siyaset yapan bir parti olması, tezimi zayıflatmıyor; onlar şimdi ne "demokratik" ne de "sol" bir vasıf taşımayacak kadar devletçiler ve devlet otoritesi ile hemhâl vaziyetteler. Nasıl olup da 60'lı yılların ortalarında "ortanın solu" koordinatlarına dikey geçiş yaptığını hâlâ anlayamadığımız "devlet kuran parti" ise, küçük hizip çatışmalarının şehevî kavgalarında bîtab düşerek barajın altında kaldı; muhtemel bir seçimde Türkiye'nin geleceğine yönelik heyecan verici projeksiyonlar üretmeleri ihtimâli ise şimdilik muhâl görünüyor. Gençlik arasında o eski "sol rüzgâr" yok artık. Şaşırtıcı ama galiba doğru: Bütün göstergeler, Türk solunun vahim bir ideolojik bunalım geçirmekte olduğuna işaret ediyor.
"Aman eksik olsun, varlıklarından ne hayır gördük ki, yokluklarından endişeye kapılalım?" diyebilme lüksüne sahip değiliz. Tür solu'nun fiilen fikir hayatımızda ve siyaset sahnesinde etkisiz eleman mevkiinde kalması, şaşılacak bir tarzda solcu olmayanların da zarar görmesine sebep oluyor. Düşüncenin her rengi lâzım bize; fikrî tekillikten bereket doğmaz! Mesele, Türkiye'de solun sağ nazarında an'anevi bir tarzda "Şeytanın avukatlığı" rolünü ifâ etmesinden ibaret değil; sol, tek kelimeyle "farklı boyut" anlamına da geliyor.
İnsanlığın gördüğü büyük bir rüya
Sol, insanlığın gördüğü en büyük rüyalardan biri; bana göre kullandığı argümanların kötü seçilmiş ve fena uygulanmış olması, bu rüyanın yerle bir edilmesi veya görmezden gelinmesi mânâsına gelmemeli. İnsanların daha iyi, adil ve hakça bir dünya tasavvur etmeleri, sömürünün her nev'ine (zulm) karşı tavır almaları kovuşturulmak yerine özendirilmeli ve güzel rüyalar asla baskı altına alınmamalı. Türkiye'de solun geçirdiği serüvenin detaylarından çıkarılacak ince dersler, sadece Türk solunun yeniden sağlam esaslar üzerinde bina edilmesi için kullanılmayacak, iyiyi, doğruyu, güzeli ve hakikati arayan herkes için çok işe yarar fikir nirengileri de inşâ edecektir.
Türk solu kendi tarihinin yanılgılarından ve tortularından sıkı bir özeleştiri ile kurtulup millîci, yerli, barışçı ve ahlâkçı yeni bir bâ'sü bâ'del mevt heyecanı yakalayabilir mi? Sualin muhtemel cevapları, muhataplarının vebâlindedir.