Türk siyasetinin laik tarikatleri

"Bizim geleneğimizde tenkit yoktur" denildiği zaman, çok partili siyasi hayatın gereklerine ve şekil şartlarına kerhen saygı gösteren, iki yüzlü bir siyasi duruş çıkıyor ortaya; tenkidin olmadığı yerde örgüt yapısı nasıl belirlenebilir ki? Lider buyurur örgüt kurulur, lider buyurur atama yapılır; bütün beyanatlar liderin fikirlerinin daha iyi anlatılması ve şerhedilmesi için verilir. Bu tür örgütlenmelerde örgütü belirleyen seçimler aslında lidere sadakat gösterisidir. Sadakat kilit bir kavram. Sadakatin ve lidere tavizsiz bağlılığın egemen olduğu her örgütlenme aslında laik kılıklı tarikatleşmeden başka bir şey değildir. Bu açıdan bakılınca "tarikat" mistifikasyonu göstermeyen kaç parti kalıyor ortada?

Saddam'ın oğlu Uday, Bağdat'ta yapılan seçimlerde mevcut oyların yüzde 99,99'unu götürünce kasıklarımızı tuta tuta nasıl da gülmüştük, halbuki Uday o seçimlere birkaç adayın daha katılmasını hazmedecek kadar demokrasi kültürüne sahip olduğunu göstermemiş miydi?

Evet, "tencere dibin kara" tekerlemesiyle, "Bizim partide ulu liderin karşısına aday çıkaranın akıbeti korkunç olur" yaklaşımının çok yaygın bir inanç olduğunu söyleyebiliriz. Son seçimlerden sonra başarısızlığı halk oyuyla tescillenen genel başkanlar bile hala koltuklarında tutunmayı başarabildiler ve bu sözde başarının kutsala sadakatten başka anlamı yoktur. Siyasi geleneğimizde genel başkana kongrede kılıç çekmenin cezası, en hafifinden müebbet. Başarısızlığın cezalandırılamadığı; ama tenkidin -ki pekala "ihanet" de diyebiliriz buna- çok kolaylıkla mahkum edildiği bir siyaset geleneği solundan sağına bütün partileri kuşatmış durumda; buna lider oligarşisinden başka ne denir?

Oligarşi, demokrasiden daha verimli işler, tabii adını doğru dürüst koymak şartıyla; nitekim Türkiye'yi son beş aydan beri sancılandıran cumhurbaşkanlığı seçimi, beş imza ile iki saat içinde verimli tarzda sonuçlandırılıverdi. Kriz çıkmadığına sevindik; ama kitabı açıp elimizi vicdanımıza koyarak düşünelim; kriz çıkmaması her şey midir?

Bu hükümetin bir bakanı iki satırlık yazı ile azledildi; aynı gün Köşk tarafından onaylandı ve karar yürürlüğe girdi. Gazeteler söz birliği etmiş gibi etekten iki sütuna beş santimlik bir kutu haberle bu çok önemli haberi geçiştirdiler. Azilnamede gerekçe belirtilmesi diye bir şekil şartı yok; fakat bu bakanın niçin alelacele azledildiğini bilmeyen de yok. Bir milletvekilinin, liderinin rızasına rağmen anayasal hakkını kullanması bizde böyle cezalandırılıyor.

Liderlerin partileri üzerindeki vesayet ve mülkiyet hakları tartışılamıyor bile; partiyi otuz yıl içinde üç defa kapattırmış ve hatta dördüncüsü gündemde olsa bile liderin sorumluluğu tartışma gündemine gelmiyor; başarısızlık kavramı lider için geçerli değil; o masum, mesuliyetsiz ve her zaman tam yetkili. Feodal müessese bu değilse nedir peki?

Türkiye'de siyaset hala "kutsal" üzerinden yürüyor; yönetim üslubumuz laik, laiklik uğruna yorgan yakacak kadar hassas olduğumuzu cümle alem biliyor; fakat siyasi mistifikasyonun Türkiye'de olduğu kadar iş gördüğü bir başka "demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti" tanıyor musunuz? Kutsal liderlik karizmasının cilası dökülmeye başladığı zaman ayetlerin, hadislerin, derebeylik törelerinin veya nankörlük suçlamasının başa kakıldığı başka bir ülke biliyor musunuz? Ve bu kutsallığın, bütün gücünü, 75 yılda özene bezene biçimlendirdiğimiz laik muhtevalı Siyasi Partiler Kanunu'ndan alıyor olması tek kelimeyle komiktir; bugünkü Meclis kompozisyonunda kaç vekilin lider tercihiyle, kaçının şahsi emek ve liyakatiyle seçilmiş olduğunu hesap edebilirseniz eminim ki gülme krizlerine tutulacaksınız.

Mesele artık şu veya bu partinin iç meselesi olmaktan çıktı; hemen hemen bütün siyasi partilerde aynı marazi tabloyu müşahede etmek mümkün. O kerih ifadeyle "taban" biziz, hepimiz; tavandakiler ise ne kadar aramızdan çıkmış gibi görünseler de tez zamanda sihirli bir kimyanın tesirinde kalarak kutsanmış oligarşi saflarında yer alıveriyorlar. Mesele, tabanla tavan arasında iletişimi sağlayan sinir, kemik, kas ve kılcal damarların devre dışı kalması. Bu oligarşik yapı devam ettiği müddetçe vukuu muhtemel hadise, tabanın siyasetten kopması ve tavanda oligarşik kireçlenmedir; yani demokrasinin soysuzlaşması. Siyasi partilerin siyaset üretemediği bir vasatta ise siyaseti, mevcut en organize güç, yani an'anevi devlet bürokrasisi üretmeye başlayacaktır.

Zaten olup biten de budur.

Sosyal demokrat gelenek hariç tutulursa yarınki kongre, ortanın sağında "yerli kayalar"ın yerinden kımıldamasına yol açacak yeni bir dönemin başlangıcını teşkil edebilir ve statüko bir kere bozulursa bu cenahta ilk defa demokratik liderlik modelinin rüzgarı esmeye başlayabilir. Hiçbir partinin iç işleri beni ilgilendirmiyor; ama gönlüm sadece şu veya bu partide değil, bütün Türk siyasetinde topyekun bir yenileşme ve gençleşme çığırının açılmasından yana. Şu veya bu siyaset erbabının kazanmasıyla ilgili değilim; Türk siyasetinde karizmatik lider devrinin, "akıl adamlar" dayatmasının ve her türlü mistifikasyon eğiliminin sona ermesini murad ediyor ve diliyorum.

Konjonktür müsait; niçin olmasın?


Kaynak (Arşiv)