Türk polisinin 'önlenebilir' yükselişi
Kaos literatüründe "Kelebek etkisi" diye adlandırılan bir teori var; buna göre Atlantik'in batı sahillerinde bir kelebeğin kanadını çırpması ile harekete geçen hava molekülleri, doğu sahillerinde bir tayfunun kopmasına sebep olabiliyormuş; tabii, kaos'un öngörülemeyen düzensizlik faktörünün de hesaba katılmasıyla.
İstanbul'daki Çevik Kuvvet'e mensup genç polislerin yaptığı gösteri yürüyüşü, bana bu "kelebek etkisi" teorisini hatırlattı ve bir an şöyle düşündüm: Yaklaşık olarak bir seneden beri sürmekte olan Türk Emniyet teşkilatının dikkat çekici gayretiyle birer birer sonuçlanmaya başlayan yolsuzluk ve kara para operasyonlarına bir güç tarafından galiba, "artık yeter" denilmiştir.
Şanlı Türk basını, polis yürüyüşüne, sair kamu görevlilerinin benzer eylemlerine karşı gösterdiği o müşfik ve anlayışlı eda ile yaklaşmadı; bunun yerine kuru mantık işletilerek, "polis de bunu yaparsa bu memlekette nizam ve asayişin sağlanmasını kimden bekleyeceğiz" yollu tepkiler dile getirildi ve hatta yazarın biri "tuz da kokarsa" meâlinde ayıplayıcı şeyler yazdı. Aynı eylemi, beyaz gömlekleriyle doktorlar, akademik cübbeleriyle öğretim üyeleri veya gri üniformalarıyla posta memurları yapmış olsaydı hiç şüphesiz bu cinsten sert tepkiler gösterilmeyecekti. Türkiye'de zabıta kuvvetlerinin, en azından "bir kısım şanlı medya" nezdinde yerli filmlerdeki "kötü adam"a benzer bir imajı var ve bu yaygın imajın yakın tarihimizdeki izleri, 27 Mayıs arefesindeki öğrenci olaylarında atlı polislerin "karşı devrimci" gibi sunulmasına kadar geriye götürülebilir. Bu görüş sahiplerinin gözünde polis, daima "müstevlî iktidar güçlerinin, gerici ve faşist şer odaklarının ve hatta emperyalist işbirlikçilerin destekleyicisi" olarak nitelenmiş ve adlandırılmıştır.
Meseleye çeşm-i insaf ile bakalım: Devlet hazinesinden maaş alan kamu görevlilerinin benzer tarzda eylem yapmalarının genel bir hoşgörü ile karşılandığı bir ülkede polislerin, aynı haktan mahrum edilmesinde "haksızlık" değil; ama âmiyâne tâbirle "yamukluk" bulunduğu aşikârdır. Daha birkaç ay evvel, bir kısım kamu görevlisi için, "onlar da bu memleketin çocukları ve elbette kendilerini de ilgilendiren memleket meselelerinde onların da görüşlerini dile getirmesi kadar tabii bir şey olamaz." beyanında bulunan bir bakanın sözleri bu kadar çabuk unutulmuş olamaz. Eğer tuz koktu idiyse, o gün, hatta çok daha önceden kokmuştu!
"Yapsınlar, haklarıdır" diyebilmek zor; polis, canımızın, malımızın ve ırzımızın teminatı; bu teşkilatın herhangi bir şekilde bozulmaya uğraması, emir-komuta zincirini hiçe sayarak fevrî bir heyecanla yollara dökülmesi tasvip edilemez; ama bu gösterinin üç-dört bin genç Çevik Kuvvet polisinin anlık tepkisinden ibaret olduğunu iddia etmek de zordur. Bir gün önce polis otobüsüne mermi yağdıran suikastçının, bir nevi "kelebek etkisi"ni başlatan bir reaksiyonu tetiklediğini tahmin edebiliriz. Bu zincirleme reaksiyon, son bir yılda kamuoyu nezdinde büyük itibar edinen Türk Emniyet teşkilatının prestijini derinden sarsacak bir finalle neticelenebilir ve bu esnada polis operasyonlarıyla iyice tedirgin edilen kara para ve vurgunculuk sektörünün kendisini toparlama fırsatı bulabilmesi hiç de uzak ihtimal sayılmaz.
Altmışlı yılların "Fruko" diye adlandırılan toplum polislerinin kamuoyu nezdinde nasıl itibar kaybına uğratıldığına vaktiyle şahit olmuştuk; işler o hale gelmişti ki öğrenci olaylarında toplum polisi bir şey yapsa da yapmasa da peşinen "taraf" teşkil etmeye başlamıştı. Olayların önlenmesinde sıkıyönetim rejiminin kaçırılmaz tek çare gibi görülmesi, işte bu itibar erozyonundan sonra başladı. Bugünün Türk polisi, sofistike araştırma teknikleri ve kapsamlı zihnî analizlerle Türk ekonomisini sülük gibi emen bünyevî arızaların üstüne kararlılıkla giden çok itibarlı bir mevkie yükselmişti; bundan sonra aynı itibarı korumaları ve bugüne kadar gördükleri siyâsî desteği yanlarında bulmaları güç olabilir; görünen o ki zincirleme reaksiyon başlatılmıştır!
Kırıkkale tabancalarının kabzasını havaya kaldırarak görünürde çok haklı bir tepkiyi dile getiren genç polislerin verdiği fotoğraf daha şimdiden ilgili dosyaya konuldu gibime geliyor; vaktiyle başımıza gelen bazı "toplumsal kaza"lardan sonra buna benzer fotoğrafların dosyasından çıkarılarak âdeta kamuoyunun gözüne takıldığı günleri henüz unutmadık.
Başbakanın bu konudaki tedirginliğini paylaşmamak imkânsız; biz vaktiyle bu filmleri istifra raddelerine gelecek kadar seyretmiştik ve bu filmlerin sonunda olan hep "sade vatandaş"a oluyordu.
İnşallah bu defa film kâbusla bitmez!