Trolle balık avlamak zararlı mı?
Bilindiği gibi trol, deniz dibi düzlüğünü çelik halatlara bağlı devasâ tor ağlarıyla tarayarak yapılan avcılığa deniliyor ve deniz canlılarına henüz gelişme halindeyken zarar verdiği için istisna alanlar dışında yasak.
On gün önce, trol balıkçılığı hakkında bütün bilinenlerin tersini savunan bir haber okudum: Kumkapı'da bir balıkçı, yasaklı sularda trolle avlandığı için polis tarafından teknesine el konulunca "basının huzurunda" teknesini batırarak ilginç bir iddiada bulunmuş ve demiş ki, "Ben su ürünleri mezunuyum. Trol avcılığı kötü bir şey değil. AB ve Kuzey ülkelerinde trol avcılığı esas, diğer avcılıklar sakıncalıdır. Bizim ithal dediğimiz balıklar trol avcılığın ürünüdür. Bana eşim bile 'siz denizde kürtaj yapıyorsunuz' diyor. Oysa balıklar yumurtalarını durgun sulara, engebeli zemine, midyelerin bol olduğu yere bırakır. Biz ise düz zeminde trol ile avlanırız. Kayalık zeminde avlanırsak ağlarımız yırtılır."
Darbe, şike, görevi kötüye kullanma gibi iddialarla yargılanmakta olan sanıkları kamuoyu nezdinde temize çıkarmak ve mahkemeleri etkilemek için yürütülen basın kampanyası da üç aşağı beş yukarı "Trol avcılığı iyi bir şeydir; herkes yanılıyor" iddiasında bulunan balıkçıyı hatırlattı bana. "Trolle işim olmaz, hayatta tenezzül etmem" demiyor, bilakis, "Trol faydalı bir tekniktir" diyor. Bu durum bana aracıyla otoyolda ters istikamete giren Karadenizli şoförü hatırlattı; o esnada radyodan duyduğu, "Otoyolda bir araç ters yola girdi, herkes dikkat etsin" anonsunu işitince deliye dönen Temel, "Ne bir aracı be, bunların hepsi ters yolda zaten!" diye büsbütün dellenmişti hani... Ters paradigma böyle bir şey olsa gerek; ağır silâh boru, suç vesikası kâğıt parçası, darbe hazırlığı tatbikat, fişleme rutin bir şey; şike denilen şey ise Türkiye'de izine hiç rastlanmamış uzaylı bir yaratık âdeta. Kanuni dinleme kayıtları sıradan samimi sohbetler...
İnsanların nasıl dünyaya geldiği hakkında ödev hazırlarken annesinden yardım isteyen çocuk, "Seni leylekler getirdi, bizleri lahana yaprağının arasında bulmuşlar, dedenler ise piyangodan çıkmış" cevabını alınca defterine şöyle yazmış, "Bizim sülâlede üç kuşak boyunca normal doğum olayına rastlanmamıştır!"; dolayısıyla şöyle göğsünü gere gere, "Darbeyse darbe, şikeyse şike; bir cahilliktir ettik, pişmanım" diyen yok; herkes ters paradigmacı!
Mağdurun yanında yer almak anlaşılır, hatta saygı gösterilmesi gereken bir tutum. Basınımızın darbesever kalemleri başka bir şey yapıyor ama; sanıkları peşinen ve daha ilk günden itibaren mağdur ve mazlum ilan ediyor, suçun niteliğini değiştirmeye çalışıyor ve yargı süreçlerini itibarsızlaştırıyorlar. Belli kalemlerin son beş sene zarfında bu istikamette nasıl çalıştıkları ve neler yazdıkları ilmî sistematikle incelense hem çok oturaklı bir iletişim tezi, hem yakın tarih araştırması olur. Tez başlığını veriyorum sevâbına, "Türk basınında itibarsızlaştırma kampanyaları".
Müthiş bir kafa karışıklığı inşâsına çalışıyorlar, başarılı olmadıklarını da söyleyemeyiz doğrusu; nitekim bu günlük haber gıdalarını bu kaynaklardan temin eden hatırı sayılır miktarda okur-yazar kişi nazarında mahkemeler hükümetin sekreterlik hizmetlerine bakan birer büro, hâkim ve savcılar ise parti militanı gibi addolunmaya başladı. Tarafgirlik hissi, bir ölüm-kalım meselesiymiş gibi insanları gerçekle gerçek olmayan arasında yalpalatıyor. Parti, cemaat, futbol takımı, hemşehrilik veya etnik mensubiyet; her ne olursa olsun bizleri, hakikat karşısındaki duruşumuzla sigâya çeken birer imtihan sualidir. Bir örnek olay olarak futbol takımı taraftarlarının karnını yarıp içine bakınız; orada "dine dair" tarzında niteleyebileceğiz çok sayıda emâre bulacaksınız. Şike davasında sanıkların tutunduğu en muhkem mevzî, "Bu iddiada bulunanlar bize biz olduğumuz için düşman" tezidir. Yazık...
Ve gerçek olanla olmayan arasında tavır tercihi, temelde ahlakî bir problemdir.