Totem ve tabu
‘Başımıza gelenlerin tarihle, sosyolojiyle, iktisatla, hâsılı sosyal bilimle alâkası yok; bilakis bunlar ilâhiyatın kapsama alanına giren ince hikmetlerdir, öyle şunu okudum, bunun doktorasını yaptım diye horozlanmak beyhûdedir’ diyenlere inat Atatürk Havaalanı patlamasını, vergi almanın ve vermenin anayasal mantığı üzerinden değerlendirmeye cesaret ediyorum; ölürsem şehid, kalırsam gazi!
Dini, lâdini hukuk farketmez; devlet açısından verginin mantığı şudur; ‘Bana vergi ver ki seni tanıyayım, koruyayım.’ İslâm dünyasında ve hasseten Türkiye’de vergi, hükümetle vatandaşlar arasında ‘mış gibi’ yapılan bir süreçtir. Devlet alıyormuş, vatandaş ise veriyormuş gibi yapar ve bu yüzden buralarda kimse kolay kolay, ‘ben vergilerini ödeyen bir vatandaşım; işini iyi yapamıyorsan çekil git, yapan gelsin’ demez, diyemez. Bazı yeniyetme gençler hariç; onlar, dolaylı vergileri vergi zannediyorlar, halbuki racona göre haraçtır; vergi adı verilince acıyı azaltıyor zahir! Ayağı yere basan bütün demokrasilerde yönetime ortak olmanın temel şartı, zannedildiği gibi okur-yazar ve âkil-baliğ olmak değil vergi vermektir. Osmanlı tahrir defterlerinde sadece vergi mükelleflerinin adamdan sayılması gıcıklık değil, realitedir. İşin doğrusu öyleydi o zaman; parayı veren düdüğü çalardı. Şimdi ise vergi veriyormuş gibi yapanlar, ancak ve ancak yönetiliyormuş gibi düşünme hakkına sahiplerdir ve bence bunun bile kıymetini bilseler iyi olur.
Tık tık, konuya dönüyoruz: Başbakan Binali Bey’in, ‘Patlamada güvenlik zaafiyeti yok’ demesini bazı arkadaşlar espri filan sanıp eleştiriyorlar. Ben ise şöyle anlıyorum, ‘N’ooluyor arkadaşlar, ne kadar vergi veriyorsunuz ki, dört dörtlük güvenlik hizmeti bekliyorsunuz?’
Bekir bey ve emsali kişiler hükümetin totemidir
Suları yokuşa akıtan, kaleye girmekte olan topu havada donduran soru budur ve açılımı bana göre şöyledir: Demeye getiriyor ki Sayın Başbakanımız, “Bakınız gecenin saat bilmem kaçında yanıma içişleri bakanını, emniyet genel müdürünü, yardımcım Numan bey kardeşimi, İstanbul valisini vesaireyi alıp olay yerine gelmişim; hatta bakın kravatım bile yok, neden; apar topar duruma el koymuş gibi, bişey yapıyormuş gibi görünmek için. Diyorsunuz ki içinizden, hele sen tazesin de, yanındaki içişleri bakanı son bir sene içindeki bütün patlamaları, terör eylemlerini önlemekle yükümlü adamdır, işini iyi yapıyor olsaydı şimdiye kadar görürdük. Yapamıyor, azlet gitsin! Yok yav? İşler göründüğü gibi değil. Hem alamam, hem de almam. Bunları ben seçip getirmedim biir; Bekir bey ve emsâli kişiler… bunlar yâdigârdır, uğurdur, hükümetin totemidir. İki, siz devleti ne sanıyorsunuz; aldığım hizmet kadar ücret öderim; beğenmediğim hizmetin parasını vermem anlayışı ancak först kılas AVM mağazalarında geçerlidir. Devlet ise başka bir şeydir. Büyüğümüzün buyurduğu gibi devlet, sık sık şehit kanıyla sulanan ve güçlenen bir kurumdur. Liyakat şirketlerde filan geçerli olabilir. Devlette liyakat felakettir ve eğer liyakata bakılsaydı, o-hooo iki günde çatır çatır yıkılır giderdi! Devlette sadakat önemlidir ve bu arkadaşlar sadık kişilerdir; ben de öyleyimdir meselâ. Bizi âdeta ve âdeta lâ teşbih, ‘Yâr-ı gar’a; yani dar günde yandaşlığından emin olunan mağara ashabına benzetseniz yeridir. O yüzden meselâ yiğit bir arkadaşın olay esnasında belirttiği gibi iki bomba patladı, siz de bunu yazınca elinize ne geçecek alçak herifler nitelemesine oh ne güzel katılıyorum. Güvenlik zaafiyeti filan yok tabii. Nitekim buraya kadar bakınız güvenle geldik ve döneceğiz inşallah. Ha, bomba patlamış, terörist filan. Arkadaşlar biz tam bir milli birlik şuuru içinde İzlanda milli takımı gibi terörizme ‘Huh-huh’ yapsak, inanınız o Kandil’dekiler mahv ü perişan olurlar.
Bu arada Rusya’yla İsrail’i nasıl ters köşeye yatırdık ama? Hiç beklemiyorlardı, afedersiniz şeyden düşmüş karpuza döndüler. Beyefendi büyük dehâ. Bir de kendi yurttaşlarımızla barış anlaşması yapsak çok güzel olacak ama söylemeye çekiniyorum; belki bayramda denk düşürür söylerim bir ara, söz…