Topsuz namazın fazileti, toplu namazın kerahetinden evla mıdır?
Çarşamba maçları yüzünden perşembeyi gazetesiz ve habersiz geçirdiğimiz çok oldu; metropollerin tuzu kuru, gece maçlarının ertesi günü gazeteler taşraya mu'tadından birkaç saat geç geliyor.
Erken saatlerde gazete yok, gecenin dokuzuna kadar dersle meşgul olunca gündem güme gidiveriyor. Fena olmuyor aslında; Türkiye'nin gündemi sık sık ilgisizlik cezasıyla haşlanmayı hak ediyor fakat doğruyu söylemek gerekirse geçen perşembe çok şey kaçırmışız.
Okuyunca önemli bulmayabilirsiniz, küçük dedikodular, hormonlu gerçekler, abartılmış yorumlar, dehşetengiz analizler; bugün için önemli değil ama gelecekten sûret gösteriyor; önemli, "mim" koyup geçelim!
Sabah gazeteciye uğradım, vitrinde nice zamandır arayıp durduğum bir filmin VCD baskısı duruyor: "Gülün Adı". "Cengiz, kaç lira bu film?" "... lira, yanında Hürriyet de bedava!". İyi ya, her gün takip edemiyorum ama Hürriyet'i fazla ıskalamaya gelmez, aldım gitti.
Motivasyona ne hâcet; Fatih Terim'in yerinde olsam, maçtan yarım saat önce futbolculara Hürriyet okuturdum; perşembenin Hürriyeti adrenalin deposu gibi maşallah! Hayır, provokatif yayın demeye getirmiyorum çünkü provokatif değil ama muhtemel gelişmeleri sızdırması bakımından çok öğretici ve heyecan verici. Gazetecilik adına ufak tefek şeylerin iyi vitrinlenmesi ve kolesterol, pardon adrenalin artırıcı bir tarzda takdimi elbette başarıdır; ben Hürriyet'i gazetecilik değerleri adına övünç duymaktan ziyade "açık istihbarat" ihtiyacımı karşılaması bakımından heyecan verici buluyorum ve diyorum ki, "ey AK Partililer yandınız!"
Ne alâkası var diyebilirsiniz; tahmin sadece, hatta belki sadece sezgi!
Manşette "O tebessümü görmediniz mi?" cümlesi, Başbakan Gül, türbanlı uğurlama esnasında Cumhurbaşkanının hafifçe gülümsediğine dikkat çekmiş ve "Bu tebessümde ben sıcak ve samimi bir alaka gördüm" demiş. Haberim yok tabii, bu türbanlı uğurlama hadisesi yüzünden meğer ortalık birbirine girmiş ve necib Türk matbuatı ilk gâzisini vermiş bile; bu haberi 5. sayfadan öğreniyoruz. Altemur Kılıç galiba türbanlı uğurlamayı eleştirmiş; çalıştığı gazetenin patronu da "bir müddet yazmayın" demiş, vay canınaymış, basın ve ifade hürriyeti nerede kalmışmış?
Avrupa gezilerinde Tayyip Erdoğan'ı Batılı liderler gaza getiriyorlarmış; o da, "taş çatlasın bir aylık iş" demiş, gerekirse referanduma gidilebilirmiş. A, o da ne? Asıl bomba iç sayfalarda, Kültür Bakanı Hüseyin Çelik, Vatan gazetesine ayaküstü demeç vermiş, onlar da "entel sevmez kültür bakanı" diye yazmışlar; bakan bir sayfa açıklama yollamış. Haydii, yorumlar, anketler..., "durun yahu bi dinleyelim adamı" diye araya girenler, peşinen "bunlardan her şey beklenir kardeş" diye döktürmeye başlayanlar... Doğan Hızlan bile, "Bi dakka çocuklar önce bakanın kitaplarını okuyalım da öyle hırpalayalım" şeklinde bir tavır almak ihtiyacında resmen.
Orta sayfada bir Deniz Baykal klasiği; Bülent Arınç'a demiş ki Baykal, "bu hareketler gerginlik yapar, işi dayatma noktasına getirmeyelim" Arınç da, "nasihat istemem, nerede ne konuşacağımı iyi bilirim" diye cevap vermiş. Tayyip Erdoğan ise, "şekilci konularla meşgul olmayın" diye araya girmiş. Bu defa Baykal, AKP'lilerin Hilton'da işadamlarıyla iftardan sonra "toplu namaz" kılmalarına kızarak "ibadetin yeri ve ortamı vardır" diye çıkışmış. Hemen yan sayfada "Pakistan'dan milletvekili manzaraları" başlığı ile üç peçeli kadın fotoğrafı, çeyrek sayfa, acılı olsuun! Onun yanında yeni Türk büyüklerinden birisi "otel lobilerinde toplu namazlar ipi germek değilse bile gergin ipe fiske vurmaktır" buyurarak çorbaya katkıda bulunmuş. Sayfanın eteğine kadar düşen Ecevit ise, "zaten kaygılıydım; yeni bir durum yok kaygılarım eskisi gibi sürüyor" derken CHP milletvekili Şükrü Elekdağ, Arınç'ın davranışını tahrik edici ve Türkiye'nin ihtiyacı olan huzur ortamına aykırı hareket olarak nitelendirmiş.
Yahu resmen paniğe uğradım desem yeridir; gazeteyi şöyle bir elden geçirdikten beş dakika sonra, "zinde güçler postallarını cilalamaya başladılar galiba" diye endişelenmedim desem yalan olur. Bre neler oluyor memlekette?
Kim bilir en iyi, genel yayın müdürü bilir tabii. Ertuğrul Özkök ne diyor bakalım: "Telefonda bana (hükümetten baskı geldiği için) Altemur Kılıç'ın işine son verildiği söylendi... Dolaylı bir yoldan Başbakan'a ve Adalet Bakanı'na ulaştım... Kesinlikle yalanladılar... Enver Ören'e sordum, "Hastaydım, öyle bir şey yok" dedi; e öyleyse güven artırıcı bir döneme ihtiyacımız var demektir". Valla makul şeyler aslında, "şunu aradım, bunu aradım" gibi kasılmalar dışında aklı başında şeyler; öyleyse millete bu kadar adrenalin yüklemeye ne gerek var?
A, bir kutu var, onu atlamışız; bir "kutu kutu pense olayı" mı acaba, bakalım; Sayın Özkök diyor ki, "Başbakan Gül iş dünyasına ve medya kuruluşlarına eşit mesafede duracağını söylemiş; valla çok iyi olur, rahatlarız". Derin bir mânâsı olmalı fakat ben anlayamadım bu kutulu yorumun; erbâbı bilir zâhir!
"Ey AK Partililer yandınız" dememin sebebi üç aşağı beş yukarı böyle işte; sol tarafta necib Türk matbuatı ve Cumhuriyet'in şanlı muhalefeti Ramazan münasebetiyle kendini bakım ve onarıma almış, ha bire döner bıçaklarını bilerken iktidara beyaz gülücükler yollamakta; diğer tarafta iktidar mensupları ağzını açtığına pişman; hani konuşmasalar, "susuyorlar, sinsi bir şey hazırlıyorlar, takiyye yapıyorlar" denilir mi denilir!
Sayın Baykal da bu tehlikeyi işaret ediyor zaten, "yapmayalım arkadaşlar" diyor.