Toplum, Kürt meselesinin neresinde?
Ağaçlara bakmaktan ormanı göremiyoruz bazen. Türk toplumu yeniden PKK ve uzantılarının şiddet tehdidi altında yaşıyor.
Kürt meselesi hakkında bir kere daha silah ve bombaların tehdidi altında düşünmeye zorlanıyoruz. Silahla siyaset yapmaya kalkışanlar, ordunun, parlamentonun, emniyet güçlerinin, eğitim camiasının veya resmî kuruluşların yanında artık doğrudan toplumu da hedef alıyorlar ve şiddet eylemlerini “Kürtlerin demokratik talepleri” adına yapıyorlar.
Burada bir yanlışlık var; şiddet eylemleri amacını aştı, hedefini şaşırdı ve sadece şiddet için şiddet felsefesizliğine sürüklendi. Bu durum, âdilâne Kürt talepleri için çok büyük bir tehlikedir zira şiddetin doğurduğu öfke ve kızgınlık esnasında mâkul ve âdil talepler görünmez hâle gelmeye başladı. Bu tehlikeyi herkesten önce görüp tedbir alması beklenen ve Kürtler adına siyaset yaptıklarını ileri süren BDP gibi legal kuruluşlar hâlâ alışageldikleri usûl üzre siyâset yürütüyorlar; her şiddet eyleminden sonra eylemin haklılığını, Kürtlerin mazlumluğunu, sabırların artık taşma noktasına geldiğini ileri sürüyor ve gerilimi sıcak tutuyorlar.
Türkiye’de toplum, kahir ekseriyetiyle Kürt taleplerinin demokratik ölçüler içinde karşılanması gerektiğine inanıyor; bu yönde geliştirilen politikaları destekliyor. Meselâ örgüt lideriyle ve temsilcileriyle hükümetin dolaylı yoldan yaptığı görüşmeleri zımnen destekledi, aylar önce Habur Sınır Kapısı’nda sabotaja uğrayan açılımı da desteklemişti. Toplumun desteğine en büyük delil, birlikte yaşama arzusundan yılgınlık göstermemesi, birkaç hadise dışında toplu bir linç histerisinden uzak durmasıdır.
Türk toplumu başından beri işlerin suhûlet ve yumuşaklıkla, siyasetle çözümlenmesini istiyor, çünkü sertlik politikalarının pahalı bedelini bizzat kendisi ödüyor. Özellikle devletin Kürt politikalarındaki tarihî yanlışlar yüksek sesle söylenmeye başlayalı beridir toplum, Kürt taleplerine karşı fevkalâde anlayışlı ve hakperest bir yaklaşım gösteriyor.
Mesele sokakta, caddede, mahallede, aynı şehirde beraber ve yan yana yaşayan Kürtlere ve Türklere bırakılmış olsa çoktan çözümlenmiş olacak, belki bu raddelere hiç varmayacaktı. Zemindeki büyük mutabakatın kıymeti bilinmeli; bu, toplumumuzun sağduyuyla geliştirdiği büyük ve çok değerli bir varlıktır.
Türk toplumu, 10-20 yıl öncesine göre devlete ve sisteme karşı eleştirici bir bakış kazandı; köklü değişikliklerden yana politik irâde gösterdi; eylemini ise devlete ve topluma karşı silahlı örgüt kurup dağa çıkarak değil, sandıkla, hukuki ve demokratik mücadele çerçevesinde yükseltti. Devlet vaktiyle Kürtleri, sistem adına târif etmeye kalkışıp “Siz aslında dağ Türklerisiniz!” yalanını söylerken, bu büyük ayıpta toplumun vebali yoktur. Şeyh Sait, Büyük Ağrı ve Dersim ayaklanmaları orantısız şiddetle bastırılıp Kürtlerin yüreğine evlat acısı düşürüldüğünde Türk toplumu, en az zulme mâruz kalan Kürtler kadar devlet cihazının uzağında, karar mekanizmalarının dışındaydı ve aynı cinsten devlet zorbalıklarına mâruzdu. Diyarbakır hapishanesinde olup-bitenleri kimse tasvip etmedi, savunmaya kalkışmadı. Faili meçhul cinayetlere imza attıkları için kimse derin devletin tetikçilerini alkışlamadı.
Türk toplumu, en az Kürtler kadar mâsum ve muzdarip. Bu ızdırapla geliştirdiği anlayışlılığı bugün uzlaşmayı destekleyerek, tahrikleri pabuç bırakmayarak gösteriyor; buna mukabil Kürt siyaseti üzerinde feodal zamanları hatırlatır bir terör baskısı kuran şiddet yanlısı savaş ağalarının doğrudan hedefidir. Sivil hedefler, toplumun bütününü tehdit ediyor. Buna rağmen basın-yayın organlarında terör örgütü liderlerinin ve sözcülerinin hâlâ muteber fikir sahipleri imiş gibi anlayış görmesi ve yer bulması, işin bir başka şaşırtıcı tarafıdır. Silahla, terörle siyaset yapmayı tercih edenlerin, sanki satranç veya mâsum bir fikir kulübü üyeleriymiş gibi muamele görmesi bir garâbettir. Türk toplumu bir tarafta kalabalık yerlerdeki sivil hedeflere yönelen silahlı propagandaya maruz kalırken öte yandan medyada aynı teröristlerin fikirlerine muhatap oluyor.
Sokaktaki insan bunu hak etmiyor; evet, devletin ıslahı için demokratik yolla elinden geleni yapan bu halk nihai tahlilde yine devletten yanadır fakat beraber yaşadığı Kürtleri, komşularını, işyeri arkadaşlarını, akrabalarını çatışmanın tarafı hâline getirmek basiretsizliğini göstermiyor. En acılı hâlinde bile dilini ısırıp temkini elden bırakmıyor. Kürtlerin çok büyük bir kısmının da bu olgunluk hâleti içinde bulunduğunu belirtmeliyiz.
Çözüm kapımızda, çok yakında ve bütün altyapısı hazır. Şimdi sadece, ihale aldığı müşterisinin adresini kaybeden bir kiralık katil gibi davranan terör örgütünün caydırılmasını beklemek durumundayız. Artık son derece net bir şekilde anlaşıldı ki, silahla siyaset yapan teröristler, sadece devletin ve toplumun değil, Kürt halkının da en büyük düşmanı mevkiine düşmüştür.