Tiranlık mı, demokrasi mi; karar bizim!
-Hocam, nereye gidiyoruz, bir değerlendirme rica etsem genel hatlarıyla?
-Şöyle bir şey; çoğumuz sanki eninde sonunda demokrasinin, hukukun kazanacağını umuyoruz. Yani, bu yaşananlar bir ârızadır ama sonunda hukuk ve demokrasi galebe eder şeklinde bir iyimserlik...
-Bu bir zan, pekâlâ tersi de mümkün ama?
-Aferin Çekirge. Elbette mümkün. Meselâ şu an itibarıyla hükümetin tutumunu destekleyen yazar-çizer ve danışman takımına bak, sadece siyasi insiyaklarıyla krizi aşmaya çalışan, telâş içindeki hükümet erbabına tehlikeli ama “akıllıca” vaazlar veriyorlar.
-Yani?
-Şunu demeye getiriyorlar: Siz milli egemenliği tek başınıza temsil ediyorsunuz, sizin iradeniz bizzat meşruiyetin kendisidir, doğru olan sizde tecellî eder diyorlar. “Yedirmeyiz” edebiyatının aslı burada. Ortadaki yolsuzluk iddiaları, tapeler vesaire bu mantık çerçevesinde suç olarak algılanmıyor, tam aksine milli iradeye ve hükümranlığa karşı serserice bir başkaldırı, nankör bir isyan, hatta münkirâne bir hakaret gibi takdim ediliyor. Şöyle düşün; birisi dinine dahlederse onun az da olsa haklı olabileceğini düşünmezsin. İtirazı dinin tamamına yapılmış sayar ve içeriğine bakmazsın. Burada soğukkanlı tahlil, imana zarar sayılır. Savunucuları hükümete böyle moral ve güç veriyor. Bizim mantığımız düz, bunu pek anlayamıyoruz.
-Evet, ben de pek anlamadım zaten!
-Onlar için mesele bir hukuk arızası değil, dinî; yani akıldan geçirmek bile tahrimen haram bir rezillik gibi! Sen yolsuzluk iddiası görüyorsun, onlar kudsi bir otoriteye çemkirmek gibi algılıyorlar. Yolsuzluk iddiaları bu yüzden mahreme saygısızlık, mâbedin duvarına bevletme türünden bir karşı öfkeyle yansıtılıyor. Mistik, hatta teolojik gerekçeler kullanılıyor. Efsanevi liderliğin ise böyle kriz anlarında tuzakları, kumpasları, sabotajları kırarak tecelli edeceği telkin ediliyor. E, n’aapsın adam, başka tutunacak dalı mı kaldı?
-...!
-Bir stadyum dolusu insanı ipnotize eden sihirbazlar vardır; bu savunmayla bütün toplum ipnotik bir baskı altına alınıyor. İşin sırrı, insanlara sağlıklı düşünme ve değerlendirme zamanı bırakmaksızın çok tekrarda; zaten bütün konuşmaların özeti, kısa birkaç cümleye sığar. Bu gözbağcılığı destekleyen korku unsuru da icad edildi. “Salih imana gel ve şeytanın yoldaşı olma” baskısı artık çok belirginleşti. Düşman var yani. İnsanları korkularından yakalayarak yönetmek çok etkili ve ucuz bir metoddur ve tırnak içinde “akıllıca”. Danışmanlar hepten jöleli değil yani...
-Otoriter bir yönetime mi gidiyoruz böylelikle?
-Hem de bağıra çağıra; alenen. Gidiş öyle. Çıkmış ve sırada bekleyen kanunları bırak, kınından çekilmiş tehditleri doğru oku kâfi. Hürriyetçi, demokratik bir öz var mı içlerinde? Tesadüfen ağızdan çıkmış şeyler değil bunlar. Bütün dünya demokratik standartlara, çağdaş hukuk normlarına yürürken, Türkiye’de baskı ve dikta hevesleri karşılık bulmaz, bulamaz sanıyoruz ama...
-Bulur mu?
-Valla Çekirge şöyle söyleyim: Yönetim biçimleri esasta sayıca az ve basit. Tiranlık, korkutulmuş kalabalıkların yöneleceği en sade ve anlaşılır yönetim biçimi; en güçlünün yönetimi ele geçirmesiyle oluşur; buna biraz tecrübe ve hikmet ilave edilince iki bacaklı tabure, yani meşruti idare çıkar ortaya. Tiranlık denge bakımından üç bacaklı tabure gibidir, kolayca tesis edilir ve insanların karnını doyurursan sürüp gider. Demokrasi tek bacaklı taburedir. Ayakta durması daimi ilgi ve emek gerektirir; bolca da kendinin farkına varmış fert.
-Aklım karıştı, nedir yani diktaya mı gidiyoruz?
-Buna biz karar vereceğiz Çekirge; bütün otoriter yönetimlerin ilk zamanlarında buna benzer şeyler yaşanmıştır... Oğlum, sen tarih okumaz mısın hiç?