Tıptan anlayan arkadaşlar...

Türk televizyonlarında Mısır olayları hakkında yorum yapan yerli uzmanlarımızı dinliyorum, dinliyorum bir şey anlamıyorum; Mısır hakkında konuşurken yan gözle ekrandaki Tahrir Meydanı görüntülerini seyrederek tam o esnada oradan birtakım mânâlar, ilhamlar ve bilgiler çıkardıklarına hükmediyorum.

Sonra oturup düşünüyorum...

"Yahu" diyorum, "Bu arkadaşlar kendi toplumları hakkında ne kadar sahih bilgiye sahipler ki, Mısır hakkında uzmanlık bilgileri olabilsin?"

Türkiye'de basın erbabının neredeyse yarıdan fazlası darbeci takımına alkış tutarken, hukuk devletini diri tutmak için çabalayan cenahı yerden yere vuran, ülkeyi diktaya götürmekle suçlayan bir dünya görüşünü savunuyor; hatta bunlardan bazıları Tunus'tan sonra ayaklanmalar Mısır'a sirâyet ettiğinde, "Bizde de olur mu acaba; keşke olsa, nerede o günler!" diye kendilerini galeyana getirmişlerdi de biz kenara çekilip kıs kıs gülmüştük. Şimdi de ekran başında Tahrir Meydanı görüntülerini seyredip Mısır ordusunda yaşanan saatlik gelişmeler hakkında "Estek olur, köstek olmaz!" diye bilgiçlik etmezler mi?

Bunların kısm-ı âzâmı Arapça bilmedikleri gibi, Arabî isim ve kelimelerin telâffuzunu da bilmeyen takımındandır. Batılılar kolay ve doğru telaffuz etsin diye icat edilen transkripsiyon yazılışını sahici zanneder, Tarık'a "Tareek", Hüsnü'ye "Hosni", Emin'e "Amin", Kadir'e "Kader" (Zavallı Abdulkadir Keita'nın adını doğru okuyabilen bir sunucu yetiştiremedik ona yanarım el'an!) der dururlar.

Gelelim Mısır'da ne olup bittiğine... Bu hususta size uzmanlık bilgisini sunamayacağım için beni hoşgörünüz. Mısır'a hiç gitmedim, Arapça bilmem, dış politikadan da pek anlamam; sadece şunu söyleyebilirim: Zulmün binası pâyidar olmaz efendiler; Allah imhâl eder fakat ihmâl etmez!

Kadim Mısır çok Firavun gördü; içlerinde ilahlık dâvâsına kalkışanlar da vardı. Hazreti Musa'ya iman ederek secdeye kapanan sihirbazlarının davranışından çılgına dönen Firavun şöyle demişti meselâ: "Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi!" Bu neviden tekebbüre bir başka misâl Nemrud'a ait olanıdır: "Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: 'Benim Rabbim diriltir ve öldürür' demişti; o da: 'Ben de öldürür ve diriltirim' demişti..."

Tarihin aktörleri zamanla değişiyor ama insanın ana eğilimleri doğrusuyla-yanlışıyla aynı kalıyor: Nemrud, Firavun, Hâmân çoktan yeryüzünden silindiler fakat onların devamı niteliğindeki ikinci el yan sanayi ürünleri hiçbir zaman eksik olmadı; elbette Mûsâlar, İbrahimler, Sâlihler ve Hârunlar (as) da öyle.

Olduğu olacağı şudur: Uzun vadede Firavunlar kaybeder, Mûsalar kazanır.

Diyeceksiniz ki, "Hani Mısır uzmanı değildin, hani dış siyasetten anlamazdın?" Diyorum ki, "Evet, aynen öyle, fakat tıptan anlayan arkadaşlarım var!" "Ne demek o; bize de anlat" diye sual ederseniz anlatayım.

Bizim arkadaşlardan biri, bir mecliste tıbbî bir konu hakkında hayli uzmanca, âkılâne lâflar ediyormuş. Dinleyenlerden biri demiş ki, "Efendim siz doktor musunuz? "Hayır" demiş bizim arkadaş, "Doktor değilim fakat tıptan anlayan arkadaşlarım var!"

Mısır konusunda gazetemiz yazarlarından Kerim Balcı'nın kaleme aldığı iki yazıya getireceğim sözü; ilki, 20 Ocak tarihinde "Mısır'da hakikaten bir halk ayaklanması var mı?" başlıklı yazı, ikincisi dün yayımlanan "Mısır ordusu ve askerin sabrı". Demeye getiriyorum ki, Evet Mısır'da ne olup bittiğini bilmem ama işten anlayan arkadaşlarımız var çok şükür!"


Kaynak (Arşiv)