Testi kırılmadan...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, bunca senedir tek kişilik bir parti gibi büyük şahsî gayret ve emek sarfedip risk göğüsleyerek bir noktaya getirdiği siyasi mücadelesi kritik bir eşiğe geldi. Eskiden bu gibi halleri tarif için “işbâ” kelimesi kullanılırdı; doyma, doygunluk, hattâ tıkanma. Bir kab içindeki tuzlu suya o kadar tuz ilâve edersiniz ki bir raddeden sonra artık tuz ıslanmaz bile.
Başbakan, muhaliflerinin siyasi mücadeleyle on yıldır elde edemediği psikolojik üstünlüğü kendi elleriyle sunuyor onlara. Yanlışların ardı ardına, neredeyse sistematik bir ritimle sökün etmesi endişe verici.
Namlı bir kabadayının rakiplerini sindirmek için silahına davrandığında kendini kazâen baldırından vurması bir defalığına komedi unsuru gibi algılanabilir; tekrarı ise artık komedi hissi uyandırmaz, insanı hüzünlendiren bir tesir yapar.
Anlıyorum, kamuoyunun siyaseti algılama seviyesi ile televizyon seyircisinin reyting tercihleri birbirinden farklı değil. Mâlum, Türkiye’de siyasetin seviyesini de muntazam aralıklarla ne düşündüğü merak edilerek anketlere yansıtılan kamuoyu araştırmalarının barometresi belirliyor. Kamuoyumuz, aşırıya varmamak kaydıyla gerginlikten, hakarete varmamak üzere lâf dalaşından, ezici olmamak şartıyla gövde gösterisinden haz ediyor. Kamuoyu zâlimdir, tuttuğu tarafın güçlü olmasını, zengin ve muktedir görünmesini ister ama aynı gücün kendisine rahm ü şefkatla yaklaşmasını bekler. Oysa ki güç zehirlenmesi diye adlandırılan şey siyaset biliminin temel kabullerinden biri.
“Ben yaptım oldu ve olacak, o kadar!” retoriği, bir örnek hadisede tutum olarak doğru olsa bile tekrarlanacak bir kalıp değil. Fena halde antipatik. “Benim dediğim olacak” asabiyeti ile -velev ki- siyaseten doğru adımları ardı ardına atmak mümkün değil. Sizi sevmeyenleri gittikçe yoğunlaşan bir nefrete, takdir edenleri ise kırgınlık ve ye’se sevkederken aslında yapmakta olduğunuz şeyin mâhiyet ve mânâsı kayboluyor. Boğaz’ın üçüncü köprüsünün açılışına sevineceğimiz gün, “Yavuz” buluşu ile ortamı germenin kime ne hayrı oldu şimdi? Yavuz’a da yazık ediliyor; ağzını açan Hâdim’ül Haremeyn Sultan Selim’e insanlık kasabıymış gibi ağzını yaya yaya dahletmekte. Aslında fiilen mevcut bulunmayan mezhebî gerginliği tetiklemekten başka ne işe yaradı bu adlandırma? Asıl önemlisi, 3. Köprü sevinci veya doğuracağı şehirleşme problemlerinin anlamı artık kimin umurunda?
İnsanın kendini baldırından vurması böyle bir şey olsa gerek; üstelik burada bir istihbarat koordinasyonsuzluğundan veya zaafiyetinden de bahsedemeyiz!
Biliyorum İstanbul’a yüz binlerce ağaç diktiniz, binlerce dönüm park ve bahçeyi şenlendirip hizmete soktunuz, belediyecilikte gerçekten önemli hizmetlerde bulundunuz ama Taksim’in böğründeki birkaç dönümlük parkta tarihi eser (!) ihyâ etmek inadı yüzünden bütün yaptıklarınız görünmez hale geliverdi. Doğrusu sizi sevenleri ve sevmeyenleri aynı incinmişlik seviyesinde buluşturmak için bundan daha iyi bir proje olamazdı; sahibine hayırlı olsun lakin hatırlatmak isterim, böyle bir sicille İstanbulluların karşısına çıkıp belediyeler için oy istemek şu anda çok kötü bir fikir gibi görünüyor. Hatırlatmış olayım.
Kalbimden geçeni söyleyim; bu ahval ve şerait dahilinde meselâ güz aylarında yapılacak mahallî seçimden hükümetin muvaffakiyetle çıkması çok zor görünüyor. Beceriksiz algı yönetimi yüzünden iktidar karşısındaki (muhalefet değil, dikkat!) husûmet blokunu kendi eliyle güçlendiriyor ve onlara kendi eliyle mâkul sebepler veriyor. İlk sandıktaki yıkımın tesiri nerelere kadar uzanır, düşünmek bile sıkıntılı.