Tenor tonunda Ergenekon feryatları

Ergenekon davasında mahkeme kararı açıklandı. Benim çıkardığım sonuç şu: “Ergenekon lobisi” zannettiğimizden daha güçlü ve etkili; özellikle basındaki ve siyaset dünyasındaki ağırlığı şaşırtıcı derecede büyük.

İki muhalefet partisinin Ergenekon sanıklarına (şimdi teknik açıdan hükümlü oldular) duyduğu muhabbet ve yakınlığı, son seçimlerden önce farketmiş ve nasıl da şaşırmıştık. Çok ciddi savcılık ithamlarıyla hapiste bulunan kişileri, üstelik seçilecek yerlerden aday göstermek, nasıl bir feragat ve adanmışlık hissinin eseri olabilirdi ki? Seçilmeleri halinde Meclis’i, yargıyı, Türk ve dünya kamuoyunu baskı altına alarak yargının güvenilmezliğini vurgulamayı hesaplamışlardı. Öyle oldu fakat hukuk geri adım atmadı. Sandıktan çıkan sanıklar, hukuken vekil sıfatı alamadılar fakat, mazlum ve mahpus görüntüsüyle dikkat çekmeyi başardılar.

Bu fotoğraftan muhalefetin ne elde ettiğini bilmiyorum ve böyle bir sual sorduğum için kendimi ayıplıyorum: Aşk karşılıksız bir şeydir özünde!

Artık Ergenekon lobisinin faaliyet programı belli olmuştur: Mahkeme kararını itibarsızlaştırmak ve kamuoyu üzerine yoğun bir propaganda baskısı yaparak sokaktaki vatandaşa, “Anladık mahkeme kararı ama galiba işin içine başka hesaplar karıştırıldı; itibarlı, aklıbaşında, düzgün insanlar asırlarca hapse mahkum edildi” dedirtmek. En azından, “Ergenekon diye bir örgütün varlığı, ilk defa Türk mahkemeleri tarafından tescil edildi” diyeceklerin lâfını ağzına tıkamak, “acaba mı?” dedirtmek, bir nevi gözdağı vermek.

Bu cür’etli gayreti hayret ve bir miktar takdirle seyrediyorum; galiba bu hükümlüler hakkında oluşturulan sevgi yumağı ve sempati hâlesi, başkaca hiçbir zümreye nasib olmamıştır.

Buyrunuz netekim, vaktiyle, “Nerede bu Ergenekon örgütü, gösterin gidip ben de yazılayım” diye komik bir mütalaada bulunan bir lider, karardan sonra misyonunun müntehâsına yükselerek diyor ki, “Özel Yetkili Mahkemelerin verdiği kararlar hukuken, siyaseten ve ahlâken meşru kararlar değildir. Bu mahkemelerin verdiği kararlar, gayrimeşrudur.”

E, müşarünileyhin selefi de mahkemeye gözdağı vermekle tanınmıştı vaktiyle. 30 Nisan 2007 tarihinde, “Anayasa Mahkemesi 367 milletvekili bulunmadan Cumhurbaşkanı seçilebileceği yönünde karar verirse Türkiye tehlikeli bir çatışmaya sürüklenecektir” tehdidiyle AYM’yi baskılamaya çalışmıştı. Halefiyle selefiyle CHP liderleri mahkeme tehdit etmek, karar tanımamak mesleğinde doktora verecekler bu gidişle…

Çok ilginç, yargı bu siyasi atraksiyonları seyretmekle yetiniyor, halbuki eleştiri başka şey, gayrimeşruluk ithamı başka…

Öteki muhalefet lideri başka âlem; mahkemeyi “Tarafgir, sübjektif, önyargılı” olmakla suçluyor ve “Bari bu hatayı Yargıtay’da düzeltin” mealine gelen şu cümleyi ekliyor: “Adaletsizlik giderilmez ve objektif esaslara göre hareket edilmezse Türkiye’nin sosyal ve siyasal yapısı kördüğüm olmaktan ve her tarafa sirayet etmiş kaostan kurtulamayacaktır.”

Darbecilikten mahkeme kararıyla sâbıkalanmışların yanında durmak, kime ne kazandıracak, sandıkta göreceğiz bakalım!

Bu koronun en tenor feryadı, Türk matbuatının son dönem feylesoflarından fakat ciddiyeti meşkûk bir genel yayın müdüründen çıktı. Üstad buyurmuş ki, “Bu dava siyasi bir dava, siyasi davalarda adalet beklenmez!”

Bundan böyle mahkemeler, yargı süreci boyunca -haydi muhalefet neyse ama!- bu önemli hukuk filozofuna kararlarını beğendirmek zorundalar! Ne güzel memleket!.


Kaynak (Arşiv)