Tek kişilik bildiri

Bazı aydınlar bildiri yazmış; bildiri yazma haklarına taraftarım, ne var ki toplu bildirilere imza koymak öteden beri bana sevimsiz görünmüştür. Birileriyle aynı istikamete bakmak, bütün ayrıntılarda hemfikir olmak demek değildir. Ayrıntılar ise çoğu kere esas kadar önemlidir.

Sözü uzatmadan kendi bildirime geçiyorum:

1- Adı her neyse, bu süreci destekliyorum. Kelimeler değil olgulara yöneliyorum; kan akmasın, kavga olmasın, bu memlekette herkes kendini rahat hissetsin istiyorum.

2- Eğer uğursuz bir oyuna gelmez ise yeni anayasada, “bu devletin kurucusu Türk milletidir” mealinde bir ifadenin ille de muhafaza edilmesini mânâsız buluyorum; bu bana bütün kapıların üzerine “kapı” yazmak cinsinden bir gereksizlik veya ilaç kutularına konulan “Çocuklardan uzak tutunuz” ibâresine benzer bir aşırı ihtiyatkârlık gibi görünüyor. Türk kelimesi üzerinde fazlaca ısrar özgüven noksanını, kelimeye muhalefet yorgunu yokuşa sürmek anlamına geliyor benim için.

3- Cumhuriyet anayasalarında şimdiye kadar zikrolunan Türk kelimesinin ve tamlamalarının, bugüne kadar “milli birlik ve beraberlik”e müsbet bir katkıda bulunduğu kanaatinde değilim; yokluğu halinde de birlik ve beraberliğin rahnedar olacağına inanmıyorum. Tepeden tırnağa “millî hislerle meşbû” bir devlet pek ilgimi çekmiyor artık; tepeden tırnağa “âdil” bir idare benim için kâfidir.

4- Devletin adını tartışmam. Tartışanları ardniyetli bulurum. Devletlerin adı, anayasalarda yazar lakin yaşayanların etnik, dinî ve kültürel aidiyetlerini sıralamak şart değildir. Anayasalar birilerine, hamâsî milliyetçilik yapmak için ideal bir yer gibi görünebilir, bana öyle görünmüyor. Yeni anayasadan en büyük beklentim, devlete karşı yurttaşların temel haklarını kayıt ve garanti altına alırken mümkün olduğunca sade, imâsız, renksiz ve teknik bir ifâde taşımasıdır.

5- Güçlü ve âdil bir idare, vatandaşları nitelemez, onlara hizmet verir ve temel haklarını temin eder; bu muvacehede yeni anayasaya bir başlangıç faslı konulmasına da gerek görmüyorum. Devleti de kerâmeti kendinden menkul, mübârek bir müessese saymam.

6- Adı her neyse, bu sürecin “misâk-ı millî” gevelemelerinden yola çıkılarak, Türkiye’nin siyasi sınırlarında herhangi bir değişikliğe yol açma ihtimâline hiç de sıcak bakmıyorum. Önümüzdeki günler ve aylarda, “A, ne güzel, Türkiye bölünmüyor, aksine genişliyor” ambalâjıyla sunulacak muhtemel gelişmelere külliyen karşıyım. Hele hele misâk-ı milli imâsıyla komşu ülkelere yabancı güçlerin yapacağı silahlı müdahalelerin kesinlikle aleyhindeyim; bu hususta müteyakkızım ve asabiyim.

7- Biz Türkler fütuhat edebiyatına bayılırız, ruhumuzun bir yerlerinde de bir akıncı atını tımar edip durur lakin dış münasebetlerde en mâkul, insânî ve İslâmî temas tarzı karşılıklı güvenlik (eman) ve işbirliğidir; eğitimdir, ticari alışveriştir, kültürel, sportif, medenî münasebettir. Aman ha diyorum.

8- Şu hayırhah ve güzel sürecin boşluklarına, “Başkanlık, federasyon, özyönetim” vs. neviinden ara ürünler eklenerek hükûmetin ihlâsını gölgeleyecek baştan çıkarıcı “ara sıcak mezeleri”nden kaçınmak gerektiğini düşünüyorum; “Bu saç ilâcıyla birlikte şampuanı da bedava” yollu siyasi pazarlama usullerine şimdiden muhalifim. Kel kalmak veya başka marka sabun kullanmak yolundaki irademe siyasi otorite saygı göstermelidir. Paket dayatılmasını samimi bulmam; her adımın berrak ve doyurucu bilgi eşliğinde atılmasından ve örtülü ajanda takib edilmemesinden yanayım.


Kaynak (Arşiv)