Tefrik, tefrika doğurmaz
Belki biliyorsunuz ama ben yeni duydum. Anlatanlar hadisenin fıkra değil gerçekte yaşanmış olduğunu söylediler.
Bizim Türk işçilerle uzun zaman beraber çalışmaktan ötürü meramını anlatacak derecede Türkçe öğrenen ve iyi ilişkiler içinde olan bir Alman"a, istirahat esnasında bizimkilerden birisi samimi bir teklifte bulunmuş,
-Yahu filanca, niçin Müslüman olmuyorsun, hadi gel Müslüman ol!
Adam teklifi ciddiye almış, hayli zaman düşünmüş ve demiş ki, "Tamam olayım fakat benim bildiğim Müslümanlar içkiyi haram sayıyor, halbuki ben en azından birayı terk etmem!"
-"Oo düşündüğün şeye bak" demiş bizimki, "biz de ara sıra birkaç kadeh atıyoruz, görüyorsun zaten!"
-"İyi ama" demiş, "ben çapkın bir adamım; Müslümanlık"ta ise çapkınlık hoş görülmüyor. Ara sıra kaçamak yapmadan duramam."
-"Allah affetsin" demiş bizimki, "o kadarını biz de ara sıra yapıyoruz; görüyorsun zaten!"
Alman kafasını kaşımış ve gülmüş, "Yahu ben nicedir Müslüman imişim de haberim yokmuş!"
Profesör Ekber Ahmed"in dünkü yorum sayfasında yayınlanan "İslâm"ın sevgiye çağıran güzel sesi nerede?" başlıklı yazısını okuyunca bu hadise aklıma geldi. İlgisi şurada: Müslümanlık kimliğini pek ucuza ediniyor ve öylece idare ediyoruz. İslâm"a girmek dünyanın en kolay ve serî muamelesine bağlı ama bu kimliği taşımak, her ânı emek, hassasiyet ve ince kavrayışlar gerektiren bir cehd.
"İslâm"ın kibar sesi nereye gitti? Sorun dinî değil politik" diyor Ekber Ahmed. Teşhis doğrudur ama şerhi çok uzun sürer. "Din her şeyi kapsar" cümlesini bir toptancı kayıtsızlığı ile benimseyince, siyasi olana özel dikkat sarf etmeyi lüzumsuz kılıyor bu bakış açısı. Din her şeyi kapsar da buna paralel olarak kategorik bakış açıları geliştirmeyi yasaklamaz; bütüncülük, bütünlük değil bu, toptancılık. Her şeyi dini olanın çerçevesinde koyduğunuzda "tahlil"e yeriniz kalmaz. Tahlil etmeyi nerede, nasıl ve ne zaman öğreneceksiniz; bütünle parça arasındaki ilişkileri görmeyi ve incelemeyi ne zaman kavrayacaksınız?
Bu nükteyi izaha yeltenen birkaç yazı kaleme almıştım; bazı okuyucular konunun esasına dikkat etmek yerine Muaviye"yi niçin saygıyla anmadığım noktasına mıhlandılar. İslâm tarihinin ilk zamanlarına siyaset biliminin kavramları ve araçları ile yaklaşmaya çalışmanın en yakın neticelerinden biri, yine dinle siyasetin bir mütalâa edilmesinden ötürü tortulaşan bir teşrifat problemiyle karşılaşmak oluyor. Bütün olguları din ile markalayıp onları tartışılmazlar rafına koymak kimin işine yarar? Elcevap: Hükmedenlerin, idare edenlerin, siyaset ve devlet adamlarının işine yarar ve İslâm tarihinde olguları, toptancı yaklaşımla "dine dair" addederek, rahat ve külfetsiz idare tarzını seçmiş olan hükümran sayısı hiç de az değildir. "Bu meseleler hakkında söz söylemek, hatta düşünmek senin haddine mi kalmış?" yaklaşımı ise eskimiş sayılmaz; hâlâ tazeliğini koruyor!
Sadece siyaset değil, toptancı bakış açısı bizi iç bütünlüğe götürmek yerine toptancı yaklaşımın mukadder akıbeti cehâlete mahkum etti. Ekber Ahmed, İslâm dünyasında eğitimin düşüklüğünden bahsediyor; doğru ama tek başına belirleyici değil. Toptancı bakışı vaktiyle zemine çimento kalıbı gibi oturtanlar "eğitimli" kişilerdi. Eğitim fıtratı ıstıfâ etmiyor ne yazık ki. O yüzden meselâ iktisadi meselelerde variyetli Müslümanların kendilerini kandırıcı "hile-i şer"iyye" numaraları ile bal gibi "hakiki" faiz alıp vermeleri, toptancılığın neticede en büyük zararı "din"in kendisine yönelttiğini gösterir. Sadece siyaset ve iktisat değil, bizim tarihî, sosyolojik, hukuki, hatta fennî olgulara bakışımız da aynı toptancılık yüzünden analitik tefrikten uzak kaldı.
Laiklik, imanı hedef almak yerine problemleri anlamada insanlara belirli bakımlardan faydası dokunacak bir zihnî vasıta olarak takdim edilebilseydi faydasını görürdük. O âlet dahi laikçi toptancılara tehlikeli göründü; içeriden gelen itirazlar ise aynı toptancı zihniyetin çirkin ithamları ile bastırılıyor.
Melâlimizin bir veçhesi de budur!