Tâze içgüveyi, ceberut kaynata
62. Hükûmet’in başarılı olmasını temennî ediyorum; bu samimi arzuda, “Davutoğlu’nu karşımıza almayalım, bilakis çaktırmadan destekleyerek, onun, Sayın Erdoğan’a karşı müstakil bir başbakan gibi davranmasını cesaretlendirelim ki araları bozulsun” gibi bir artniyet yoktur. Vallahi!
Makbul ve mendup zevâttan sayılmasak da aynı gemideyiz. O şâhâne hutbe’de (unutmak mümkün mü efendim?) buyurulduğu gibi “geminin delinmesi” işime gelmez. Türkiye’nin uğrayacağı muhtemel zararlardan sonra, “Oh, hükûmet artık başaşağı gider!” diye sevindirik olmak, mürüvvetmendliğe yakışmaz; dış siyasette alınmış merhalelerden geriye düşmek, ekonomide üretkenliğin azalması ve daima dış kaynaklı sıcak taze paraya muhtac olmak, iç siyâsetin iç ve dış düşmanlar üzerinden düşmanlaştırıcı bir çizgide sürüp gitmesini istemem; bu bir!
İkincisi serinkanlı bir durum tesbiti; Erdoğan faktörü artık Köşk’e taşındı ve yürürlükteki parlamenter sistemin “kral”ı başbakandır ama daha şimdiden şöyle bir sevimsiz vaziyetle karşı karşıyayız: Davutoğlu hükûmetinin başarıları haklı olarak kendine, aksaklıkları ise, biteviye hükûmetin işine karışacağını açıklayan Çankaya’ya yazılır. Erdoğan’ın zihninde yatan, “seçilmiş başkanın sekreterya hizmetlerini yürüten silik kabine” uygulamasının verimliliği, siyâsetin tabiatına aykırı. Sayın Davutoğlu, elbette lideriyle âhenkli çalışmayı arzular ve buna dikkat göstereceğinden eminim, lâkin içgüveyliğine gitmiş tâze damatlar bile otoriter kaynatalarının kendisine, en azından bazı alanlarda serbestiyet tanımasını ister ve beklerler. Fazlaca müdahale tatsızlık doğurur. Başbakanlık, recüliyyet makamıdır ve iktidarı tabiatiyle o deragûş edecektir. Sistemde yetkilerin ve sorumlulukların en ziyade yoğunlaştığı yer başbakanlık; buraya vekâlet ve emânet dayatmak aksi tesir yapar. Siyâsetin tabiatı dediğim şey bu. İnşallah Çankaya, kendi eliyle tensip ettiği hükûmetin recüliyyetine ilişmemesi gerektiğini hesaplar. Aksi ihtimâl devlet krizi demektir ve bunu hiç istemeyiz.
Bırakalım 62. Hükûmet kendi sıkletiyle kantara çıksın ve halli beklenen ağır meselelere çare arasın. Ekonomi yönetiminde fantastik arayışlara girilmemesi çok isâbetliydi fakat dış siyâsette değersizleşen Türkiye imajını düzeltmek çok âcil bir ihtiyaç. Yeni başbakanın daha ilk cümlesiyle dış siyasette, “Çizgimizi asla değiştirmeyeceğiz” sözlerinin üstünde durmak gereksiz, çünkü çizginin illâki değiştirilmesi gerekiyor. Hükümeti bekleyen yakın risk ekonomide değil, hariciyede. Buna ilâveten toplumu tehlikeli şekilde geren ve -maazallah- ani yırtılmalara sebeb olabilecek düşmanlaştırma yaklaşımının usul usul terkedilmesi ve epeydir terkedilen demokratikleştirme hamlelerinin devamı şart. Sözü, “Bu esnada paralel yapıyla mücadeleye boşverilsin”e getirecek değilim, bilakis canla başla taraftarım fakat bu mücadeleyi yürütecek kabinenin, aynı balıkçı esnafının dediği gibi, “Denizden babam da çıksa yerim” kararlılığıyla, her kim devlete sinsice nüfuz ederek suistimale yeltenmiş ise kârını hakkıyla tamam etmesini beklerim. Ne var ki paralel yapı kavramının içi konusunda hükümetle farklı yerde durduğumu da görmezden gelmiyorum.
Çözüm süreci, hükûmetin kucağındaki mayın. İşte genelkurmay başkanı, “İçinde ne olduğunu bilmiyoruz; öğrenince tavrımızı belirleriz” diyerek kamuoyunun (ve benim de) hislerine kestirmeden tercüman oldu. Tahminime göre genel seçimlere kadar bu süreç, küçük tavizlerle ertelenecek ve PKK-HDP çizgisinin heyecanı yüksek tutulacaktır fakat çözümden murad edilen neyse, onu ancak “muazzam 2015 başarısı”ndan sonra görebileceğiz. “İdare-i maslahatçılar esaslı reform yapamaz” sözünde eğer hikmet varsa, kabineden, Davutoğlu markasını taşıyan cüretkâr yeni atılımlar beklenmez. Pratik olalım: Oyları koruyup bir miktar da artırarak selâmetle haziranı bulmak, en gerçekçi hükümet programı sayılmalıdır.
Tahminim böyle; önümüzdeki on ay, Türkiye açısından zaman kaybı olacak gibi görünüyor. Mahcûb olmayı şiddetle temennî ederim.