Tavzif dediğiniz böyle olur işte!

"İlber Ortaylı, Topkapı Sarayı Müdürlüğü'ne getirilecek" haberini duyduğumda "keşke" diye düşünmüştüm; o "keşke"nin muradı tahakkuk etmiş bulunuyor. Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın Topkapı Sarayı Müdürlüğü'ne atandığı haberini ve İlke Gürsoy'a verdiği röportajı, dünkü Milliyet'in Pazar ilavesinde okudum. Yüzükle taşı arasındaki tenâsübü hatırlatan bir tâyin bu. Her kimin fikri ise tebrik ederim.

Topkapı Sarayı, Türkiye'nin imajında çok temsil edici bir kurum. Aklı başında bir gezgin, yolu İstanbul'a düşmüşse Topkapı'yı ziyaret etmeden geçmez ve orada edindiği intibalarla zihnindeki Osmanlı ve Türkiye kavramlarını bütünleştirir: Adı "saray" ise de saraya benzemez pek; hanedan mensuplarının yaşadığı mekânları bir de o gözle geziniz, göreceksiniz ki İstanbul'da yaşamaya değer daha "deryâdil" mevkiler, mekânlar vardır. Mühimce bir kısmı yüksek kalitede seyfiye ve kalemiye erbâbının yetiştirilmesine tahsis edilmiş binalardan mürekkep, geniş avluların muhafazasına dikkat gösterilmiş, alçak gönüllü mimarlığı ile Sarayburnu sırtlarına neredeyse gizlenmiş bir külliyedir Topkapı Sarayı. Şatafatı fiziki boyutlarında değil, tevazu ile setredilmiş ayrıntı derinliğindedir ve bu haliyle Osmanlı'nın klasik asırlarını temsil eder. Sultan Abdülaziz'le birlikte Osmanlı monarşisi, bu pek "saray"a benzemeyen mahalden sıdkını sıyırarak Beşiktaş sahillerine kondurulan, abartılı derecede modern ve devrin monarşik haşmetini aksettirdiği düşünülen Dolmabahçe Sarayı'na intikal edecektir. Resmi tarihin bildik yaklaşımlarının tam aksine hânedan mensupları, Osmanlı modernleşmesinin "mızrak ucu" denilecek kertede öncülüğünü üstlenmişlerdi. Güvenlik endişesiyle olsa gerek Dolmabahçe yerine Yıldız sırtlarındaki çok daha sade saray külliyesine çekilen II. Abdülhamid'in ve aile yakınlarının gündelik hayatına dair tafsilata âgâh olanlar, son dönemde Osmanlı monarşisinin Batılılaşma tesirine ne kadar açık olduğunu iyi bilirler.

İlber Ortaylı'nın mülakatını okurken aklıma, Topkapı Sarayı'nı hâlâ hiç görmeyen İstanbullular geldi. Gazetelerden biri vaktiyle İstanbul'da yaşadığı halde Boğaz'ı hiç görmemiş, vapura binmemiş, tarihi yerlerle henüz tanışmamış mühim miktarda "İstanbullu"nun yaşadığını ihbar eden bir araştırma yayınlamıştı. Dehşet verici bir vâkıa. Size vaktiyle sırf Esenler ilçesinde sayısı üçyüzü mütecaviz köy ve kasaba derneğinin varlığından bahsetmiş ve artık birilerinin çıkıp "İstanbullu" kimliğinin yaygınlaşması ve revaç bulması için çalışması gerektiğinden bahsetmiştim. İstanbul'da yaşayacak, ekmeğini oradan kazanacak ama akşam olunca hemşeri kahvesine gidip, memleket yemeklerinin ve âdetlerinin ballandırıldığı sohbetlerden telezzüz edeceksin. "Madem o kadar mübârek ve tatlı, dön memleketine" deseniz, evinin bacasına çıkıp bir bidon benzinle intihar etmek pahasına böyle bir ihtimâli aklından bile geçirmez ama çoluğuna çocuğuna, "biz artık İstanbullu olduk; soranlara böyle söyleyin" diye tembihte bulunmayı da -gariptir- haramzâdelik sayar!

İyi de birilerinin artık İstanbul'a sahip çıkması lâzım; İstanbulluluk sıfatı, sair bütün memleket aidiyetlerinden üstündür; tartışılmaz.

"Burada müdüriyet binasının üstünde küçük bir yer var, orada yatacağım." diyor İlber Ortaylı. Lojman kıtlığından değil, orayı tercih etmiş; "bu sarayın havasını koklamak insanı yeniler, her zaman yeni bilgi verir" diye ilâve ediyor. Doğrusu akşam olup el ayak çekildikten sonra Osmanlı pâyitahtının kalbinde bir başına tarih tefekkür etmek, insanda ne türlü sezgiler uyandırır, bilmek isterdim.

Topkapı Sarayı ve İlber Hoca; bu iki kavramı beraber düşünmek, bana güven ve huzur hissi telkin ediyor. Bu beraberliğin hayırlı ve bereketli geçmesi temennisiyle yeni müdürümüze başarılar ve saadetler diliyorum.


Kaynak (Arşiv)