Tarık Akan'a teşekkür borçluyuz

Mâlumdur arka kapak yazıları, kitabın mahiyeti hakkında ön fikir edinmek isteyen aceleci alıcılar için kitabın kapağından içine doğru açılan bir pencereyi andırır ve okuyucuya konuyu kısaca özetler.

Tarık Akan şöyle konuşuyor:

“27 Mayıs da 28 Şubat da darbe değildir. Birincisi önümüzü açtı, yeni düşüncelerle tanışmamızı sağladı. 28 Şubat da darbe değildir. Laik Cumhuriyet’ten uzaklaşmamızın önünü kapattı. 1971 ve 1980 faşist darbelerdir, Türkiye’yi bugünkü noktaya taşıyan hareketler. 1980 son vuruştur emperyalizm için. Bu olumsuz gidişi dışarıdan bir güç tasarladı ve kurguladı. TSK bu ülkenin her şeye rağmen en önemli kurumu (...) 12 Mart ve 12 Eylül’de yanlış yaptı ama giderilmeyecek yanlışlar değil. Bizim gibi insanlar bunu bile anlayışla karşılayabildiler. Çünkü TSK bizim gözbebeğimiz. Amacı laik düzenin korunmasıdır çünkü; ancak bugün bu kurumun da etkisizleştirilmesi sağlandı. Çünkü tek engel TSK’dır önlerinde.”

Bu noktada Tarık Akan’a fikirlerinin isabeti için değil, sadece açık sözlülüğü için teşekkür etmeliyiz. Zira onlarca yıllık Türkiye pratiği, kendisini “Solcu” diye adlandıran ve kamuoyunda belli bir ağırlık taşıyan zümrenin böyle düşündüğünü zaten göstermekteydi. Net ve veciz konuşmasıyla Sayın Akan bu gerçeğin altını çizmiş bulunuyor. O gerçek kısaca şudur: Solcular darbelere karşı çifte standart gözeten bir yaklaşım sergilemişlerdir. Eğer bir darbe işlerine geliyor ve zümre çıkarlarına denk düşüyorsa o “iyi darbe”dir ve böyle darbeleri alkışlamışlardır. Darbeden zarar görmeleri durumunda durum değişir. Sol takım, basındaki gücünü ve taraftarlarını da harekete geçirerek darbeye karşı tavır alır.

Kaçınılmaz bir sürç-i lisan

Metin içinde Tarık Akan ve onun gibi düşünenler için “Solcu” tabirini kullanırken hayli tereddüt ettim. Bu kişilerin kendilerini solcu saydıklarına şüphe yoktur fakat hakikatte bu sıfatı taşımaya ne kadar lâyık olduklarını herhâlde yine solcular değerlendirecektir. Ben, solcu kavramına lügatlerde yazılı mânâsıyla değer veren ve saygı gösteren bir yaklaşımdan yanayım. Ne var ki bazen bu tabiri kullanırken genelleme yapmaktan kaçınamıyoruz; böylece yüksek vicdan ve adalet duygusuna sahip, akıllı, ülkesini şüphesiz herkes kadar seven ve düşünen, merhametli solculara biraz haksızlık etmiş oluyoruz. Belki de kaçınılmaz bir “sürç-i lisan”dır bu. Sebeplerini izah edeceğim.

Solcular, Türkiye’nin ilk örgütlü intelijansiya topluluğu; daha Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren bürokraside, basında, üniversite ve eğitim camiasında ağırlıklı olarak var oldular fakat varlıklarını ve ağırlıklarını genellikle kendi zümre çıkarları için kullandılar. Türkiye laikleşirken uygulanan toplumu dönüştürücü ve onun değerlerine müdahale edici kültür politikalarını eleştirmediler; aksine desteklediler. Varlıklarını devlete yaslanarak ve onun içinde mevzilenerek sürdürmeyi tercih ettiler. O yüzden 1950-60 yılları arasında halkın iradesiyle seçilen meşru iktidarı desteklemek yerine “Devletin partisi” durumundaki CHP’den yana oldular, ardından bütün darbelerin anası 27 Mayıs’ı açıkça alkışladılar.

Halkın inançlarını benimsemeleri beklenmezdi belki ama saygı duymaları o kadar zor olmasa gerekti. Halkın ne inancına ne de siyasi tercihlerine saygı duymak bir yana nobran davrandılar ve onu sınıf bilinci gelişmemiş, darbe veya başka türlü şiddet politikalarıyla tasfiye edilmesi gereken feodal bir arıza olarak gördüler. Devleti yıkmak için silahlı eylem tasarladıklarında bile yine devletle, ordu içindeki cuntalarla işbirliği yaptılar.

Tarık Akan’ın sözleri işte uzun uzadıya anlatılması ve açıklanması gereken bu realitenin kısa, canlı ve son derece etkili bir anlatımıdır. Sanatçılığı ve solculuğu hakkında iyi şeyler söyleyemeyeceğim Tarık Akan, poster yapılıp dağıtılacak kadar özlü ve anlamlı sözlerinden ve açık sözlülüğünden ötürü tebrik ve teşekkürü hak ediyor.

Türkiye’de solun dramı bu ibretli sözlerdedir.


Kaynak (Arşiv)