Tarih şuuru yükselirken…
Osmanlı padişahlarını -birkaçı dışında- “Yedi Evliya” kuvvetinde ve nüfûzunda gören romantik ve toptancı bir tarih anlayışı, yerini zamanla daha analitik, daha sorgulayıcı ve “Gerçekte neler olup bitti?” sorusuna cevap arayıcı bir zihniyete doğru dönüşüyor. Tarihin, artık bir inanç alanı olmaktan çıkıp bilim ve ihtisas mevzuu hâline gelmesi, -biraz yavaş cereyan etse de- geçirmekte olduğumuz sosyal değişmenin icabıdır, tabiidir ve öyle olması gerekir.
Bir ticari şirketin bir başka ticari şirket tarafından yapılmış tarih konulu bir diziyi yayınlaması, hatırı sayılır hacimde bir tepkiyle karşılaştı. Tarihin tahrife uğratıldığını, tarihî şahsiyet, kavram ve kurumlara hakaret edildiğini düşünen bazı vatandaşlar harekete geçtiler, şikâyetçi oldular. “Dokundurtmayız, hakaret ettirmeyiz” cinsinden menfi bir müdafaa hamlesi gösterse de Osmanlı tarihine yönelik bu esirgeme hâletini nasıl karşılamamız ve anlamamız gerekiyor?
70’li yıllar… Mahalle kahvelerinin bile sokak sokak paylaşıldığı, kamplaşma mevzii hâline getirildiği zamanlarda CHP’lilerin ve sol görüşlü vatandaşların devam ettiği bir kahvedeyiz. Mekânı basarak kavga çıkarmak, ortalığı dağıtıp kahveyi kapattırmak maksadıyla sağ görüşlü bir genç topluluğu, önlerinde ‘abi’ diye saydıkları kabadayının liderliğinde kahveye giriyorlar. Lider durumundaki kabadayı, kavgayı başlatma sebebi olarak kısa bir nutuk çekerken diyor ki:
-Aranızda bazı kişiler, bizim arkadaşlara uygun olmayan şeyler söylemiş, bühtanda bulunmuşlar. Hâlbuki biiiz, Mevlânaların, Hacı Bektaşların, Yunus Emrelerin, Fatihlerin, Yavuzların, Kanunîlerin... Biiiz Tarkanların torunlarıyız be! Siz nasıl olur da...
Bu meydan okumanın nasıl sonuçlandığını bilmiyorum; büyük ihtimâl kavga kopmuş, cam-çerçeve indirilmiş, o kıraathane belki bir süreliğine kapalı kalmıştır ama o ünlü tirad hâlâ unutulmuş değil, eski arkadaşlar arasında zaman zaman bu tiradı hatırlar, gülüşürüz...
-Biiiz Fatihlerin, Tarkanların...
20\. YÜZYILIN MAĞDURU OLMAK...
Bir parodi gibi görünen bu vakanın üzerinden ortalama hesapla 35-40 sene geçti fakat kahvede çıkan kavganın temel dinamiklerini hâlâ yaşıyor görmek insanı şaşırtıyor. İki ana sebebi var bu yaygın psikolojinin:
-İlk sebep, I. Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkmamız ve savaş sonucunda topraklarımızın dörtte üçünü haksız bir diplomasi dayatmasıyla kaybımız. Bu mağlubiyet, Osmanlı Devleti’nin tarihe gömülmesiyle sonuçlandı. İmparatorluğumuzla zihnî planda doğru-dürüst vedalaşmaya bile fırsat bulamadık ve mağlubiyetin sebebini iki noktada aradık. Bunlardan birincisi bilim ve teknolojide Batı dünyasının bize galebe etmesiydi. İkincisi ise Osmanlı-Müslüman duruşumuzun aynı Batı dünyası tarafından bir tehdit gibi algılanması oldu. Bu algı bizi zihnen ezdi; genel bir mağduriyet psikolojisinin doğup yaygınlaşmasına yol açtı.
-İkinci sebep, Cumhuriyet’in “Biz artık yeni bir devletiz; eskiyle alâkamız yoktur” tezini fazlasıyla abartması oldu. Evet, elbette Türkiye Cumhuriyeti yeni bir devletti ama yeni olduğunu vurgulamak için Osmanlı’yı yok ve yaşanmamış saymak, hiç sebep yokken tarihî şahsiyetleri, kavram ve olayları kötülemek gerekmiyordu. Osmanlı varlığı ile uygun bir edâ ile vedâlaşmamızda genç Cumhuriyet hükümetlerinin lüzumundan fazla abartılmış ve keskinleştirilmiş kültür politikalarının da tesiri büyük oldu. Bu politikalara tepki duyan insanlar, Osmanlı fikriyle lâyıkı vechile vedalaşıp hesaplaşamadıkları için duygu dozu yüksek bir vefâ ve sahiplenme hissi geliştirdiler; Osmanlı adına mevcut bulunan her şeyi idealize etmeyi, yüceltmeyi ve savunmayı tercih ettiler.
Osmanlı mirası; dili, alfabesi, tarihi, inanç bütünlüğü, hatta musikisi bile yasaklanmış bir varlık hâline gelince hissî bir müdafaa gayretiyle sahiplenildi.
TEPKİLERİN TADI KAÇIRILMAMALI
Hâl böyle iken, bir TV dizisinde Osmanlı mirasına dair bazı kavram ve isimlerin “başkaca” yorumlara tâbi tutulması tepkiye yol açıyor. Bir “yorum”un, bir başkasında “tepki”lere sebebiyet vermesi, böylece kendi mahiyetinden çıkıp başka bir şey hâline geliyor. “Bazıları da tarihi böyle yorumlamış; yanlıştır ve katılmıyoruz” demek yerine “Yayından kaldırılsın, özür dilensin; hesap verilsin” diye tepki vermek, kabul edelim ki içtimai akıl göz önünde tutulduğunda sıhhat alâmeti değildir ve başkalarının fikir ve yorum haklarına en hafifinden saygısızlık ifade eder; bu yorum veya fikir saygıya lâyık olmasa bile, ifade edilmesine dahi sabırsızlık gösterilmesi doğru olabilir mi?
“Nasıl Atatürk’ü Koruma Kanunu varsa, Osmanlı ve din büyüklerine hakareti de cezalandıran bir kanun çıkarılmalıdır” görüşünün bile seslendirildiğini duydum. Bir yanlışı başka bir yanlışla düzeltmeye kalkışmak, tasvirine çalıştığım durumla ilgili bir aşırı tepki teşkil ediyor. Atatürk’ü korumak için çıkarılan kanunda isabet olduğuna hiçbir zaman inanmadım; tam aksine bu gibi kanun himâyelerinin tersine tecelli ettiğine inanmışımdır hep.
Bu lüzumundan fazla alıngan tavrı sürdürmeye devam ettiğimizde bir gün hayretle fark edeceğiz ki ömrümüz hep, “İstemezük, yalandır, iftiradır; biz bunu hakaret kabul ederiz” yollu yakınmalar ve homurdanmalarla geçip gitmiştir. Aynı tutumu ABD Kongresi’nin yılda en az bir kere ısıtarak gündeme getirdiği “Soykırım” tasarısı esnasında da gösteriyoruz.
Kendi gerçeğimizi dosta düşmana fiilen kabul ettirmek gücünden, dirayetinden, ilminden ve ferasetinden mahrum olduğumuz için biz hep yakınma ve savunma mevkiinde kalırken muhataplarımız daima yeni bir hamle yapabilme inisiyatifini ellerinde tutuyorlar.
Onlara bu inisiyatifi biz veriyoruz.
TARİHE İLGİMİZ DÜNE GÖRE GELİŞMİŞTİR
Peki, bundan sonra tarihimize daha soğukkanlı yaklaşabilecek miyiz? Bundan şüphe etmiyorum. Gelişme müspet istikamettedir. Eskiye nazaran tarihle, tarihî eserlerle daha çok ilgiliyiz; tarihi ve tabii zenginlikleri koruma bilinci yükseliyor. Tarihî varlıklarımızla daha çok maddi ve manevi bağ içindeyiz. Yetersiz de olsa Türkiye’de tarih konusundaki ilmî çalışmalar dünle kıyas edilmeyecek derecede artmış ve zenginleşmiştir. Aşmamız gereken sosyal mesafe eskiye göre daha azaldı. Bu gibi tatsız tartışmalar bile, sıradan TV seyircisinin tarihle ilgisini tazelemesi bakımından olumlu gelişmelerdir.