Tarih derinliğinin kıyılarında boğulmak: Ecyad Kalesi
Evvela samimi bir itiraf: "Yıkılacak, yıkılıyor, yıkıldı" haberleri dikkatimi çekene kadar ben Mekke'de Osmanlı yâdigârı bir kalenin varlığından habersizdim. "Haberdar olmak şart mıydı" diye sorulduğunda belirtmeliyim ki varlık bilmekle mümkündür. O âna kadar benim için Ecyad Kalesi yoktu, çünkü bilmiyordum.
Hacc farizasını yerine getirmiş insanlarla konuşurken onlar da böyle bir kaleden söz etmemişlerdi. Medine tren istasyonunu duymuştum; Hicaz demiryolu hadisesini azbuçuk biliyordum hatta bir fırsatına düşürüp Medine istasyonunu yıkmak için Suudilerin niyetli olduğunu da işitiyorduk ama ecdâdın Mekke'ye hâkim tepelerin birine hayli yakışıklı ve muhkem bir kale inşa ettiğini bilmiyordum.
Bu yüzden, "Hain Araplar, gül gibi kalemizi nasıl da yıktılar" korosuna katılmaktan geri durdum. Suudi hanedanı'nın Kâbe'yi hiçe sayarcasına etraftaki tepelere Krallık sarayları, turistik oteller diktirdiğini iştiyorduk; kısaca, "onlardan beklenirdi" ama konu basında tarih yadigârlarına saygısızlığı da aşan bir "Osmanlı'ya ihanet" mealinde takdim edilmeye başlanınca en azından bir otokritikte bulunmayı tercih ettim.
Meseleyi Suudi yönetiminin kadirbilmezliği veya barbarlığı tarzında ele alanlar oldu. 11 Eylül'den bu yana estirilen İslâm ve Arap aleyhtarlığı furyasının dümen suyunda bu kabil değerlendirmeler bana aceleci ve dikkat çekecek ölçüde ucuz göründü; mâlum koroya katılmaktaki isteksizliğimi bu sebep de kısmen izah ediyor. Hele içlerinden biri, "İlahiyatçı" kavramını kaldırım hizasında tüketen bir profesör meseleye dahil olup da "Suudiler Mekke'nin yönetiminden çekilmeli, Kâbe ve Mescidi Nebevî'nin yönetimi beynelislâm bir yönetime terkedilmeli" vezninden atışta bulunmaya başlayınca işin suyu çıktı. Maksad üzüm yemekten ziyade bağcıyı kötülemek manzarasına bürünmeye başladı. Bazılarına göre Araplar lüks Mercedesler'in meşin kaplı pahalı arka koltuklarında çıplak ayaklarının parmaklarını karıştıran, yemeğini elle yiyen, temizlik kültüründen mahrum, görgüsüz petrol zenginleriydi. Taliban yönetimi geçen sene Afganistan'ın kuzeyindeki caanım Buda heykelini tank ateşiyle yıkmamış mıydı? Zaten Araplar I. Cihan Harbi'nde bize ihanet etmiş, birliklerimizi arkadan hançerlemiş, İngilizlerle işbirliği yapmışlardı ve saire...
Araplara çuvaldız: Menn!
Sâkin olalım ve meseleye soğukkanlılıkla yaklaşalım.
1 Dışişleri ve Kültür bakanlığının neticesiz de kalmış olsa Ecyad Kalesi hakkında bazı teşebbüslerde bulunmaları ve meseleyi sahiplenmeleri olumludur; Bundan yirmiotuz sene önce bırakınız yurtdışındaki mimarlık yadigârlarını, Osmanlı klasiklerinin bile okul kütüphanelerinden toplatılması için fermanlar yayınlanır, bu gibi hassasiyetler hemen Turancılıkla itham edilirdi. Yıkılmış Ecyad Kalesi'nin ardından teessüf belirtmek bile bu bakımdan mesafe sayılır.
2 Sevindirici olsa bile devletin, kültür mirasımıza bakışındaki şehlâlığı farketmemek imkansız; daha bir ay önce Milli Eğitim Bakanlığı'nın "failatün" meselesinde gösterdiği tutumla, aynı hükümetin Kültür ve Dışişleri bakanlıklarının Ecyad Kalesi meselesine yaklaşımı birbiriyle te'lif edilemez iki vak'adır. Ecyad Kalesi'ni tahrib ettiği için Suudi yönetimini itham etmek hepimizin kolayına geliyor fakat kabul etmeliyiz ki Milli Eğitim Bakanlığı'nın Cumhuriyet öncesi Türk edebiyatına gösterdiği garez, bir kaleyi yerle bir etmekten daha ağır bir kültür tahribatı teşkil ediyor. Tarihi eserlerimize gösterdiğimiz ihtimamı, edebiyatımızdan veya tarihimizden esirgemek tutarsızlıktır.
3 Kaldı ki biz vaktiyle vagonlar dolusu tarih arşivini hurda kağıt fiyatına tamah ederek Bulgaristan'a satmış bir "devlet aklı"nın vârisleri sayılırız. İstanbul'da Aksaray'la Edirnekapı arasına açılan Vatan ve Millet caddelerinin geçtiği yol istimlak edilirken şehir plancılarımız cetvellerini düşüncesizce nice tarihi eserin üstünden geçirmemişler miydi? Evet, dün dündü, bugün de bugün. Son elli yılda Türkiye'de tarihi eser ve mimarlık şuuru hayli gelişti diyelim: GAP Projesi çerçevesinde baraj suları altında kalmasına rıza gösterdiğimiz tarihi eserlere de bir mânâda Suudiler gibi baktığımızı inkâr edebilir miyiz? Hasankeyf örneği hepimizin gözleri önünde hâlâ. Korumacılık anlayışımız tamamen kitâbî seviyede kalıyor. Âsârı atîka olarak tescil edilen yüzlerce, belki binlerce binayı ayakta çürümeye terk etmekten başka çare üretemiyoruz. İstanbul'un tarihi semtlerinde bir gece yarısı içindeki insanlarla birlikte çöken her binada korumacılık anlayışımız duvarlara tosluyor.
4 Aynı günlerde Zaman gazetesinde asrî zamanların Evliya Çelebisi unvanını birkaç kere hak etmiş güzide bir ilim ve fikir adamımızın beyanatı yayınlandı; Haluk Dursun bu beyanında Balkan coğrafyasındaki Osmanlı eserlerinin bugüne kadar ilmî bir envanterinin çıkarılmamış olduğunu söylüyordu ve bizim "ah Ecyad vah Ecyad" yakınmamızın ne kadar hissi ve sathî olduğunu zımnen imâ ediyordu. Konuya bir başka boyut getirmeyi deneyelim: Acaba Misakı Milli hudutları içindeki tarihi eserlerimizin eksiksiz ve ilmî bir kataloğu yapılmış mıydı? Samimi konuşmak gerekirse çok yakın zamanlara kadar her neviden tarih mirasına karşı Suudilerin yaklaşımından pek de farksız olmayan bir ilgisizlik gösterdiğimizi kabullenmek zorundayız. Nice örnekler vermek mümkündür ki anlamı gönül incitir, zülfi yâre dokunur.
5 Bundan hayli zaman önce Yenikapı Mevlevihanesi çıra gibi birkaç saat içinde yanıp kül olduğunda yine aynı ızdırabı hissetmiştim: Canımı acıtan sadece tarihi bir binanın ortadan kalkması değildi; o binayı tekrar inşâ edemeyeceğimizi bilmenin inkisârı idi bu. Tarihi eser şuuru elbette önemlidir ama ondan daha önemli olan kültürel üretkenliğin dumura uğramamasıdır.
6 "Hırsızın hiç mi suçu yok?" meselinde olduğu gibi Ecyad Kalesi'ni turistik otel uğruna yerle bir eden Suudileri kınamakta ihmâl gösterecek değilim. Bu vesile ile kendimize şu suali sormalı ve cevabını dürüstçe vererek düşünmeliyiz: Bir tarih yadigârına bakarken Suudi yönetiminden ne kadar ilerdeyiz?
Ecdad kale ise Anavarza nedir?
Hazreti İsâ'ya atfedilen bir İncil kıssasından bahsetmenin tam yeridir: İffetsizlikle suçlanan bir kadını Musevi şeriatına göre recmetmeye hazırlanan bir topluluğu Hazreti İsâ şöyle ikaz etmişti: "İçinizde en günahsız kim ise, ilk taşı o atsın!"
Ecyad Kalesi'nin ardından âh ü enîn eyleyenlerin Harput Kalesinden, Anavarza, Divriği, Koyulhisar Kalesi'nin ahvâlinden haberi var mıdır? Taşla inşâ edilmiş binaları geçtik; bir tarih yadigârı olarak tarihi Türkçe'ye reva gördüğümüz mezâlim Ecyad Kalesi'nden daha az değerli miydi? Tarihe milât hattı çekmeğe kalkışanların, "tarih derinliği" veya "tarih şuuru" denilen kavramdan yana ne kadar fukara olduklarını farketmek bir kere daha acı veriyor.