‘Taraftarlık’ nereye?
Büyük takımların taraftarlığı, sırf sportif olmak mahiyetini hiçbir zaman kazanamadı. Yakın zamana kadar bu olguyu sosyoloji biliminin kavramlarına sığdırmaya çalıştık; ne var ki artık konu ‘dinî’ bir nitelik arz etmeye başladı.
Saçmalığın bu kadarını fazla bulabilirsiniz ama iki olgu arasında şaşırtıcı benzerlikler var. Dinler, ona inananlar bakımından mahiyeti sorgulanamaz bütünlerdir; olduğu gibi kabul edilirler. Kabul etmeyenler ise sadece saygı duymak jestini gösterebilirler. Holiganizmden geçtik, taraftarlık da artık bu kapsama girdi.
Şike olaylarının patladığı günlerde taraftarlığı şöyle tarif etmeye çalışmıştım: “Onu bir ömür boyu taşırken bağlılığınızı asla değiştirmeyeceğinize inanırsınız. Kilit kelime inanmaktır ve taraftarlığın en köküne kadar inildiğinde orada inançtan başka bir şey olmadığını görürüz. Futbol takımları bize aklî verilerle değerlendirebileceğimiz kimlikler sunmuyor; ne bir hayat tarzı, ne bir kültür, ne bir sınıf şuuru ve ne de bir karakter...” Ama başka bir şey oluyor; taraftarlığı artık bir dinin mensuplarına gösterdiğimiz bir saygıyla karşılamaya itiliyoruz.
Siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları veya iş çevreleri herhangi bir dinin aleyhine tutum takınmamaya, onu karşılarına almamaya itina gösterirler; taraftarlık da aynı cinsten bir saygı kılıfına büründü. Şike rezaletinin hemen ardından ortaya atılan, ‘Kişiler cezalandırılsın, kurumlar zarar görmesin’ yaklaşımının bizi getirip bıraktığı yer budur. Ortada büyük çaplı bir rezalet var; Türkiye’nin tanıtımını kötü yönde damgalayan rezil olaylar yaşadık. Asâlet gösterisinde birbirinden aşağıda kalmamak için ancak saf ve cahil taraftar kitlesinin inanabileceği içi boş edebiyatlar köpürten iki ‘güzide’ futbol takımının müsabakası yarıda kaldı ve suçüstü hâlinde yakalanan 60 civarında taraftar, ertesi sabaha bile kalmadan kimlik tespiti yapılarak salıverildi. Bütün melânetin, ‘Güzide ve şanlı kulüple özdeşleştirilmesine imkân olmayan birtakım kötü çocuklar’ tarafından işlendiğini savunan kamu güçleri, siyaset adamları ve basın, bütün meseleyi kötü çocukların stadyumlardan uzak tutulmasına bağlayıp rahatladılar.
Yine kendimizi aldatıyoruz. Kafası bozulduğunda sahaya inen sivrisinekleri tek tek yakalayıp holografik fotoğraflarını çekerek onları sahalardan uzak tutmayı tedbir zannetmek devekuşu gibi başı kuma gömmektir.
Islah edilmesi gereken yer, taraftarlık kimliğinin tehlikeli bir tarzda çoğaltıldığı ortamlardır. Taraftar kuruluşlarını kimse karşısına almıyor, onlara eleştiri yöneltilmiyor ve her yaptıklarında bir kerâmet, her eylemlerinde bir zarafet aranıyor. Bu kuruluşların yiğitliğinden, âsi ve asîl bir ruha sahip olmalarından, serseriliği bile tam kıvamında ve estetik bir edâ ile icra ettiklerinden dem vurularak, “Siz asla haksız ve kötü bir şey yapmazsınız; asaletiniz elvermez” yollu te’vil filozofileri geliştiriliyor. Türkiye’de daima iş görmüş, “Birkaç kendini bilmezin yaptığı sorumsuzluklar koca ve köklü bir camiaya mal edilemez” saçmalıkları tekrar ediliyor.
Türkiye’de futbol endüstrisi koma hâlinde, can çekişiyor. “Ölen futbol olsun, önemli bir şey değil” deyip geçmek var ama bir oyun olarak futbol yönetimine karşı geliştirdiğimiz lakaydi ve dalkavukça yaklaşımı diğer sektörlerde de tekrar etmeye pek meyyâliz. Bu eğilimin mânâsı şu: Problemi çözmek yerine yarım yamalak tedbirlerle, âdeta aşınmış bir otomobil lastiğine gösterdiğimiz yaklaşımın bir benzeri olarak, “Gidebildiği kadar gitsin, patlayana kadar dayansın, idare edelim” yolunu seçiyoruz.
Siyasetçilerimiz için futbol dünyası bir şirinlik arenasıdır. Milyonları cezbeden bu sektörden sempati payı kapmak için siyaset adamları radikal adım atmaya korkuyor, mümkün olduğunca herkese gülücükler dağıtarak (Stadyum yaparak, futbol gelirlerinden önemli miktarlar ayırarak, cezaları bir gecede yarıya indirerek) idare-i maslahat ediyorlar.
Futbol basınımız en az siyasetçiler kadar suç ortağı; bildiklerini, gördüklerini ve olması gerekeni dosdoğru yazmak yerine eyyamcılığı seçerek endüstriyi mümkün olduğu kadar ayakta tutmaya çalışıyorlar; ne var ki, onca saçmalığa tahammül ederek ayakta tutulan şey bir ölüdür. Sektörde hâlâ büyük cirolardan bahsedilmesi onun hayatiyetine delil olamaz; sadece daha kötü, hatta trajik diyebileceğimiz sonuçlara kadar problemi erteleyip duruyoruz.
Futbol din değildir, oyundur ve oyun olarak kalması lazım. Bu gülünçlüğe bile bile müdahale etmeyenler, hangi dine mensup iseler, kendi dinlerine karşı şirk vebali içindedir.