Taraftarlığın otopsisi
Zaten bilinenleri tekrarlayarak söze başlamak mânâsız; çoğumuzun gönül ilişkisi, aklî sebeple izah edilemeyen bir tercih olarak algıladığı taraftarlık, öteki çehresiyle bütün dünyayı etkileyen ve müşteri haline getiren bir endüstridir. Bu yüzden nihai kertede taraftar, ticari kimliği öne çıkmış, bilançolarında kâr-zarar hesabının fevkalade ciddiye alındığı bir firmaya gönüllü destek veren bir tüketici durumunda görünüyor. Sezon sonu değerlendirmesi itibariyle bir futbol takımı, taraftarına sadece "başarı" veya "zafer" kavramıyla tarif edilen gayrimaddi bir ürün sunmakta, buna mukabil taraftar çeşitli ürünleri satın alıp destekleyerek (forma, bayrak, maç bileti, futbol programlarının seyirciliği vb.) takımına maddi katkılarda bulunmaktadır.
Yani bir alış-veriş süreci olarak düşünüldüğünde taraftarlık hiç de rasyonel olmayan bir ilişki gibi görünüyor; insanın irrasyonel yanına hitab ediyor. O yüzden bir insanın hayatında ne kadar gerekli olup olmadığını tartışmak zor.
Takım gözle görülür, somut bir ekiptir; taraftar ise ancak maç esnasında tribünleri dolduran kalabalığın içinde somutlaşan ama asla şahsîleşemeyen bir soyut kavram. Son yıllarda taraftar dernekleri, internet siteleri ve grupları oluşturmak suretiyle taraftarın da görünür hale gelme çabası içinde olduğunu görüyoruz. Yine de çokluğun azlığa duyduğu ilginin temelinde romantik unsurların ağır bastığı bir gerçektir. Taraftarlığın kökünde romantizm yatıyor; bütün taraftarlar için belki söylenemez ama bir takımın taraftarı olmak, özellikle gençler söz konusu olduğunda şahsiyeti ilgilendiren, hatta biçimlendiren bir etki yapıyor. Kişi, kendini takımının özellikleriyle tarif edip, onda kimliğini bütünleyen bir unsur buluyor. Bu durumda taraftarla takımı arasındaki romantik ilişki, hayal kırıklığı anlarında çok sert tepkilere dönüşebiliyor.
Aşağıdaki paragrafı, taraftarlığın hangi boyutlara eriştiğini farkedebilirsiniz düşüncesiyle iktibas ediyorum. Bir taraftar sitesinden alınan bu pasajdaki takım ve şahıs isimlerini kasden sansürledim. Çünkü okuyucular arasında bu gibi konulardan alınganlık hissesi çıkaranlar da var:
GÖKTEN ZEMBİLLE İNMEDİNİZ; SİZE EMEK VERDİK
"100. yılımızı yaşıyoruz. Bunu, futbolcu ıslıklayıp, küfür eden, sinemada film seyreder gibi statta boy gösteren kitle için hatırlatma babında söylüyoruz. Hatırlatırız baylar, bayanlar bu yıl bizim ... yılımız. Gelip maç seyrettiğiniz yer farkında mısınız ama bizim mabedimiz. Orada sizin terbiyesizliklerinize asla yer olmadı ve olmayacak. O mabed takıma her şart ve zeminde destek olmak için, rakiplere cehennemi yaşatmak için yapıldı. Siz orayı kendi futbolcularımıza cehenneme çevirin diye değil.
Biz ... taraftarıyız.Yıllardır verdiğimiz koşulsuz destekle herkese örnek olduk, örnek gösterildik. Biz ne ... ne .... taraftarına benzeriz. "Hep destek, tam destek" ilkesi bizim tribünlerin bağrından çıkmıştır ve yıllardır buna uymanın nice yararlarını gördük. Bizim stadımızda böyle şeyler olmaz. Bindiğimiz dalı size kestirmeyeceğiz.
Biliyoruz bu hale gelişiniz, bu derece çoğalmanız yıllardır süre gelen bir süreç sonucu. Bir anda gökten zembille inmediniz. Yönetimin taraftarla kopukluğu sizleri bu derece palazlandırdı. Çoğaldıkça cesaretlenip, takım kaptanımıza, yılların emektarı büyük kalecimiz .... 'ye ve daha nicelerine küfür edecek kadar küstahlaştınız. Buna kimsenin hakkı yok."
TAKIMIN MABEDİ?
Önceleri yazının taraftarlık terbiyesi veya üslûbu hakkında yönlendirici bir metin olduğu zehabına kapılıyor insan ama öyle imâlar var ki şahsen okurken tüylerimin diken diken olduğunu hissettim; kendi yandaşlarını suçlarken, "Biliyoruz bu hale gelişiniz, bu derece çoğalmanız yıllardır süre gelen bir süreç sonucu. Bir anda gökten zembille inmediniz" ibarelerini kullanabilen bir taraftarlık anlayışının, başkalarına karşı ne kadar kırıcı olabileceğini tahmin etmek zor değil.
Bu duruma göre taraftar hep onca zaman, emek ve para harcayarak "takımın mabedine" gelecek ama orada sıradan bir seyirci gibi oturup oyunun zevkini çıkarmak gibi bir hataya kapılmayacak, amigoların yönlendireceği tezahüratlara iştirak edecek, hiç durmayacak ve susmayacak; bir ordunun neferi imiş gibi tribün liderlerine itaat edecek.
Neyse ki bu yazıyı okuyan taraftarların önemli bir kısmı, "Ne yani dilediğimiz gibi maç seyredemeyecek miyiz?" şeklinde tepki göstermiş; ama futbol endüstrisinin cirosu büyüdükçe "ılıman taraftar" tipinin giderek ufalacağı, hatta stadyumlardan tamamen kopacağını tahmin etmek zor değil. Tribün iktidarını kontrol etmek isteyenler herhalde, bu örnekte görüldüğü gibi yeni suçlama maddeleriyle iktidarlarını sağlama almaya çalışacaklardır.
Futbolda, stadyumda ve saha içinde şiddeti önlemek için yeterli kanun ve yönetmelikler mevcut fakat aşırı taraftarlığı (hooliganizm) törpüleyip, meseleyi galîz çizgiden uzak tutacak olanlar (ilk planda basın ve kulüpler) ellerini taşın altına sokmaktan çekiniyorlar. Kendi takımına duyduğu sevgiyi, başkalarına yönelttiği nefretle isbat edeceğini zanneden taraftar tipi hızla yayılıyor. Taraftar sitelerinde galîz ve ağıza alınmaz hakaretler sıradan şeyler haline geldi; toplum içinde geçerli terbiye kodları, taraftarlık söz konusu edildiğinde hatırlanmaz oluyor.
Bu konuda basına büyük iş düştüğü açıktır; esasen yazılı ve görüntülü basının spor servislerini yönetenler bu konuda doğruyu ve yanlışı iyi bilen, tecrübeli kişiler fakat futbolun ticari ve endüstriyel tarafı onları da büyük baskı altına aldığı için, yorumcu adı altında neticede işi birbirine hakarete kadar vardıran futbol meddahları, amigo yazarlar meydan bulabiliyor ve bu gibi yayınlar taraftar kimliğine sahip gençler üzerinde çok fena tesir yapıyorlar.
Yanlışı bilip gereğini yapamamak çok acı.