Tanpınar'ı artık daha iyi anlayabiliriz
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın günlüğünü Dergâh yayınlamış; henüz kitabı ele geçirip okuma fırsatı olmadı; haberi Zaman'ın Kültür sayfalarında Özge Yalın'ın kaleminden okudum. Ölümünden iki hafta öncesine kadar tuttuğu günlüğünde Tanpınar'ın, zamâne okuyucusunu şaşırtacak köşeli fikirler (daha ziyade duygular) ileri sürdüğü anlaşılıyor. On küsur sene önce Cemil Meriç'in Jurnalleri yayınlandığında da buna benzer bir travma yaşanmıştı. Cemil Meriç ve Tanpınar'ın günlüklerine yazdıkları samimi ifadelerin bugünün okuyucusu şaşırtması, onların vaktiyle sağ-muhafazakâr okuyucu kitlesinin tatmin bulduğu konularda kalem işletmiş olmalarından kaynaklanıyor.
Bir nevi hayal kırıklığı... Halbuki her iki yazarımız da gerek yazılarında, gerek yazdıkları şeylerin satır aralarında bazen imâ, bazen alenen sundukları ipuçları ile aslında hangi dünya görüşüne ve fikriyata bağlı bulunduklarını ifşâ etmişlerdi; onlar, başka türlü inanıp, başka türlü yazmakla itham edilemezler. Hayal kırıklığı, Tanpınar ve Meriç'in sağ cenahtaki sâdık okuyucularını târif eder. O okuyucular ki, kendi doğrularından ve hakikatlerinden bir türlü emin olamayacak derecede fikrî kompleks ve zaafa itilmiş oldukları için, kendi doğrularını terennüm noktasında önlerine çıkan her fikir adamına neredeyse bir "velî", bir ermiş gibi hürmet ve hayranlıkla bağlanmışlardı.
O fasıl, uzun ve iç kanatıcıdır; geçelim. HÜKÜM VERMEYELİM; ANLAYALIM!
Ne diyor Tanpınar, dinleyelim; dinleyelim ama, hüküm vermekte acele etmemek kaydıyla: "Sağlarla beraber değilim, çünkü sağ şarktır ve şark bizi daima yutmağa, içimizden doğru yutmağa hazırdır. Eğer bir Barrés, bir Maurras, bir L. Daudet gibi insanlar olsaydı etrafımda iş değişirdi. Fakat Mehmet Akif'le [Ersoy] yol arkadaşlığı, Mümtaz'la [Turhan] fikir beraberliği, asla..."
"Bu adamlara minnettarım. Demokrat Parti ejderhasından bizi kurtardılar. Vatan temizlendi." (...) "Yassıada fazla devam etti. Yetti artık. Fatiha okunacak yerde hatme başladık." (...) "Risksiz hayat olmaz! Kansız ve tasfiyesiz ihtilallerin sonu budur. Şimdi bir çıkmazdayız."
Bir ömre sığan ciltlerle kitap ve hayat tecrübesini yok sayarak, birkaç alıntıyla bir kişi hakkında hüküm vermenin kolaycılığına kapılmamak gerek; hele hele, kendisi hiç murad etmediği hâlde Tanpınar'ı bazı beklentilerimize layıkıyla cevap vermediği için eleştirmek tamamen haksızlık olur. Tanpınar bana göre hayatının dramatik bir ânında fikrî kırılışa uğramış değildir, bilakis en sivri gibi görünen kelimelerinde bile kendisiyle ve hayat tarzıyla insicâm hâlindedir.
BİR TEREDDÜDÜN EN SEVİYELİ TEMSİLCİSİ
Hayli eski tarihli bir Zaman yazısında (Aralık, 2001) Tanpınar'la ilgili düşüncelerimi size hatırlatmamı anlayışla karşılayacağınızı ümid ederim. İşte "Jöle ve Tanpınar" başlıklı yazıdan bazı satırlar:
Tanpınar'la ünsiyetim Üniversite yıllarına tesadüf ediyor; 70'li yıllarda Tanpınar "yükselen değer" değildi ama arayan bütün kitaplarını bulabiliyordu. Ãşinâ bir çehreydi benim için Tanpınar ama bu mesafeli bir ünsiyet. Mesafeden kasdım ne: Eski hayat tarzının temel rükünlerini teşkil eden cami, ev, medrese, tekke ve kahvenin pencerelerinden derûnunu seyreden, bu seyir esnasında Yahya Kemal'in bir ramazan günü Üsküdar'da "oruçsuz ve neş'esiz" yaşadığı gönül burukluğunu hissederek sarsılan ama içeriye girip müessesenin derûnu ile hemhâl olmakta azîm tereddüdler geçiren tahlil gücüdür Tanpınar. Mütereddid ve cesaretsiz. Tereddüdünü bir kimyager hassasiyetiyle tasvir ve tahlil ettikten sonra sırtını dönüp kendini ait olduğu yere sürükleyen bir fikir adamı. Ondan istifade ettim şüphesiz lakin sevemedim. "Sevmek şart mı" derseniz "evet" derim; sevmek şart!
Türkçe'yi tasarruf tarzına daima hayranlık duydum; hatta diyebilirim ki Tanpınar okumaları benim için çoğu defa gizliden gizliye cümlelerindeki üslûp tılsımını aramakla geçmiştir. Uydurukçaya asla tevessül etmemesi ve eserlerinde daima yüksek bir terkib iktidarı göstermesi daima saygı ve hayranlığımı celbetti.
Yahya Kemal'i mâbed kapısında mıhlayan alafrangalığı, Tanpınar'a da sirayet etmiş midir? Muhtemelen. Ahmed Hamdi Tanpınar, iki medeniyet dairesi arasında yalpalayan tereddüdün en seviyeli temsilcisidir ve eserleri, bu nazarla okunmadıkça zihinde yerini bulmuş olmazlar. Kendi kuşağı içinde Tanpınar, bu trajediyi bütün derinliği ve genişliği ile eserlerine aksettiren isimdir.
CAMİ AVLUSUNDA DURAKLAMAK...
2002 yılının Haziran'ında ise aynı anafikri, bu defa farklı bir tarzda şöyle ifade etmiştim; Aksiyon'da yayınlanan bu yazının başlığı, mânâyı da kapsıyor: "Cami Avlusu: Türk Aydınının durakladığı yer"
"Kişi, inancından ötürü sorgulanamaz ama kişinin inanç kompozisyonu, onun anlaşılması için çok gerekli ipuçları taşıyabilir: Yargılamak değil, anlamak için!
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Bursa'da zaman" isimli şiiri şu iki mısra ile başlar: 'Bursa'da eski bir cami avlusu/ Küçük şadırvanda şakırdayan su." Bu iki mısradan hareketle hüküm vermek ilk bakışta yanlış görünüyor; ne var ki, Tanpınar'ın şair ve yazar sıfatıyla kaleme aldığı külliyatından hâsıl olan intiba bu hükmü destekler mâhiyettedir. Tanpınar, modernleşme devrinin ediplerine hâkim olan bir tedirginliğin verdiği hâletle caminin sadece avlusuna kadar intikal edebilmiş ama 'harîm'ine girmeye birşeyler engel olmuştur."
İşte o 'birşeyler'in nelerden ve kimlerden teşekkül ettiğini Tanpınar, bize günlüklerine yazdığı samimi tesbitlerle ifşâ etmiş bulunuyor. Tanpınar'ın günlükleri, fikir tarihimiz için çok önemli bir kazançtır; çünkü Tanpınar'ın şahsiyetinde temsil olunan, "cami avlusunda duraklayan aydın" nesli, bugün de meselelere farklı açılardan bakıp tesbitlerde bulunarak fikir hayatımıza farklı ama zenginleştirici bir çeşni katıyor.
TÜRKİYE, BENİ YEDİN!
"Hiçbir şeyi bitiremeden ölmek istemiyorum. O kadar eser ve kullanmadığım kelime varken..." (...) "Bütün düşünceleri gitmeden evvel söyleyebilsem! Türkiye; beni yedin!"
Bir fikir adamı ve yazarın, "o kadar kullanmadığım kelime varken" hayıflanmasıyla, bütün düşüncelerini gitmeden önce söylemek telâşına kapılması hazin bir hâlet olsa gerektir ve bu cümle beni çok etkiledi. "Türkiye, beni yedin" ifadesi ise, ilmini Batı'ya, irfânî izlenimlerini kendi toprağına borçlu bir entelektüelin son nefesinde itiraf edebildiği bir hayıflanış olarak insanın yüreğini burkuyor.
Artık Tanpınar'ı daha doğru verilerle değerlendirebiliriz.