'Tam bir muhalif': Kılıçdaroğlu

Kemal Kılıçdaroğlu'nun siyâsi duruşundaki yalpalanmaları, normal şartlar altında sittîn sene CHP lideri olmayı rüyâsında görmeyi bile hayra alâmet saymayan orta halli bir bürokratın, kendini âniden lider bulunca yaşadığı şaşkınlık dönemine bağlamıştım.

Şimdilerde durum biraz daha netleşiyor.

Tam olarak neyi kasdettiğimi anlamanız için Refik Halid Karay'ın, "Tam bir muhalif" başlıklı yazısını bir yerden bulup okumanız gerekiyor. Bu yazı, daha önce üstâd'ın "Tanıdıklarım" adlı kitabında idi; sonradan aynı isimle müstakil kitap olarak yayınlandığını duydum.

Refik Halid Bey bu hikâyede İttihat ve Terakki'ye muhalefeti varlık sebebi haline getirerek fanatizmi bile aşan bir hırs ve aşkla Hürriyet ve İ'tilâf Fırkası'na bağlanan bir küçük memuru anlatır. İ.T.C. taraftarlarının baskısına, sürgününe, dayağına, istiskâline ve dalga geçmelerine, "Görürsünüz siz, bakın neler olacak; yaptıklarınızı burnunuzdan fitil fitil getireceğim, yazın şuraya" diye diklenerek bir kat daha fazla kötü muameleye mâruz kalan kahramanımız, ne yazık ki H.İ.F.'in kısa süren ikbâl zamanlarında da iktidarın nimetlerinden yararlanamaz. Hikâyede en dikkat çekici ve akılda kalıcı husus, kahramanımızın en ağır baskı veya zulüm esnasında bile soğukkanlılığını korumasında destek çıkan inancıdır. Dayak yerken o umursamaz bir tavırla, "Bunlar ne ki, biz iktidara gelince hâlinizi siz düşünün" diyerek rakiplerini çıldırtır ama ne yazık ki hikâyenin sonunda muradına erişemeden göçüp gider.

Gerçekte yaşamış olup olmadığını bilmiyorum fakat o kadar canlı ve renkli resmedilmiştir ki, onunkisi yaşamaktan daha fazla bir canlılık ve sahicilik olsa gerektir. Benim aklıma "siyasi edebiyat" denince hep "Tam bir muhalif" gelir.

Kemâl Bey, "Alevilerin meselelerine sahip çıkmıyor; Alevi kelimesini ağzına almıyor" diye kendini eleştirenlere şâhâne bir cevap verdi ve dedi ki: "Bizim böyle bir lüksümüz yok; herkesin derdiyle ilgilenmek durumundayız. Etnik kimlik ve inanç üzerinden siyaset yapmamaya kararlıyım." Böyle bir yaklaşıma herkesin saygı duyması ve şapka çıkarması gerekir. Doğru olan da budur çünkü. Ne var ki Kemal Bey, kendisini bir lâhza olsun alkışlamamıza izin vermeden akabinde, "Başbakan'ın Çamlıca'daki eviyle kooperatif evimi değiştirelim; bunu yaparsa Çamlıca'daki villamı Kızılay'a bağışlayacağım" diyerek doğru tutumunu, kötü bir espri ile gölgelemekten kendini alamıyor. Ardından Ankara valiliğinin önceki gün iptal ettiği Seğmen yürüyüşüne sahip çıkıyor. (Yoksa Garnizon koşusu muydu o; hani tam teçhizatlı KHO öğrencilerinin Kızılay'da yaptıkları geleneksel silahlı koşu?) Sonra hızını alamıyor, "Bana Recep diyebilirsiniz. Bu Recep Beyler en çok nerede görülür? Zübük'ü okursanız orada ne kadar çok Recep Bey olduğunu görürsünüz..." diye kimsede gülme hissi uyandırmayan bir latife yapmak lüzumunu hissediyor.

Problem şurada: Kılıçdaroğlu daha çok oy almak ve CHP'ye seçim kazandırmak için neyi nasıl yapması gerektiğini bilmiyor değildir; ona bir şey mâni oluyor; o şey, CHP liderliğine hızlandırılmış asansörle yükselirken kendinde vehmettiği şahsi niteliklerdir. "Ben buraya bileğimin hakkıyla geldim; öyleyse kendi özelliklerimi yansıtmalı ve böylece CHP seçmenine şirin görünmeliyim" endişesidir bu galiba.

Doğrudur, asla sinirlenmiyor, açık verdiğini anlayınca heyecanlanıp dağılmıyor, tansiyonu yükselip şaşırmıyor, bilakis sâkin ve her zaman haklı ve alacaklı intibâı veren bir tavır takınıyor; işte bu tavrıdır ki bana Refik Halid Bey'in "Tam bir muhalif"ini hatırlatıp duruyor.

Günün birinde palas-pandıras CHP liderliğine vedâ etse bile onun kapıdan çıkarken hâlâ, "Benim adım Kemal; Malı götürdüysen hesabını vereceksin. İşlerine gelmez..." diye sâkin bir ses tonuyla konuşmaya devam ettiğini görürsem şaşırmayacağım.


Kaynak (Arşiv)